Avrupa Birliği (AB) üyesi 27 ülkede, 720 sandalyeli Avrupa Parlamentosu (AP) için 6-9 Haziran tarihleri arasında seçimler yapıldı.

Birliğin önümüzdeki 5 yıllık dönemini belirlemek için yapılan bu seçimde, Avrupa'da uzun süredir güçlendiği görülen ve de son yıllarda ülkesinin genel seçimlerinde de kendini gösteren aşırı sağ siyasetler, AP seçimlerine damgasını vurdu.

Ve bugün:

Avrupa’nın neredeyse tamamında aşırı sağ, ırkçı, neo faşist partiler hızla yükselmektedir.

Ve de kapitalizmin krizi ve özellikle yabancı düşmanlığından beslenen bu sağ siyasetler, hemen her ülkenin parlamentosuna girmiş durumdadırlar.

Burjuva kültürünün doğum yeri olan Avrupa'da aşırı sağın bu yükselişi, basına yansıyan haberlere göre özellikle halkta endişe ve korku yaratmıştır.

Özellikle de AB’nin kurucu üyelerinden ve de AB’nin ağırlık merkezi olan Fransa, Almanya ve İtalya’daki aşırı sağ yükseliş, bu ülke yöneticilerinde de büyük bir endişe kaynağı olmuştur.

Çünkü Avrupa Parlamentosu, AB kurumları içinde doğrudan halk tarafından seçilen tek organdır. Yani halk iradesinin temsil yeridir. 

Ve de seçimler 5 yılda bir yapılmakta, üye devletleri temsil eden parlamenter sayısı ise nüfuslarına göre tespit edilmektedir.

***

Peki, aşırı sağın bu yükselişini besleyen kaynaklar nedir?

-Elbette yükselen ırkçılıktır.

-Güvenlik endişeleridir.

-Kültürel çatışmalardır.

-Afrikalı karşıtlığıdır.

-Ve de özellikle İslam karşıtlığıdır.

Nitekim “Kuran” yakmalar, camilere saldırılar, bu karşıtlığın en belirgin görüntüleri olmuştur.

Ama yine de çarpıcı sebeplerin en başında, belki de en belirleyicisi “mülteci” karşıtlığı, “sığınmacı” karşıtlığı ve de “göçmen” karşıtlığı vardır diyebiliriz.

İşte burada bir tanım yapmak gerekli olmuştur.

Göçmen; ülkesinden ekonomik veya başka nedenlerle gönüllü olarak ayrılan kişilerdir.

Mülteci; “ırkı, dini, siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm gören veya göreceği korku ve endişesini taşıyan, bu sebeple ülkesinden ayrılmak zorunda kalan ve geri dönemeyen, iltica ettiği ülke tarafından da endişeleri haklı bulunan kişilerdir.

Sığınmacı ise mülteci olarak uluslararası koruma arayan, ancak statüleri henüz resmi olarak tanınmamış kişilerdir.

***

Elbette yıllardır ülke yönetimini elinde tutan siyasetlerin bu sorunlara çözüm üretemeyişi, toplumu daha da tetikler olmuştur.

Zaten Avrupa’da bu aşırı sağ partilere oy veren seçmenlerde mülteci, sığınmacı ve göçmenlerin kendi ülkelerinin uyumunu bozduğuna, toplumsal dinamikleri zayıflattığına yönelik bir bakış vardır.

Sonuçta uluslararası hukukla bağdaşmayacak ölçüde, sert göçmen politikalarını savunan bu aşırı sağ partilere büyük bir yönelme olmuştur.

Nitekim göçmen ve İslam karşıtı duruşlarıyla ön plana çıkan bu partiler Fransa, İtalya ve Avusturya'da seçimin galibi olmuşlar; Almanya, Hollanda ve Belçika'da ikinci sıraya yerleşmişlerdir.

***

Avrupa'da aşırı sağın bu yükselişi, siyasi bir değişimin de ötesinde bir olgu olmuştur.

Yani İtalya’da Musolini, Almanya’da Hitler, İspanya’da Franko, Portekiz’de Salazar faşist dönemlerini yaşamış bir Avrupa’da, toplumun derinliklerinden gelen bir dönüşümün de yansıması olmuştur.

Ve bu yükseliş, güvenlik endişeleri, kültürel çatışmalar ve de özellikle göçmen karşıtlığında filizlenirken, aynı zamanda siyasi sistemlerin mevcut durumlarına yönelik bir tepki olarak da görülür olmuştur.

İşte bu karmaşık manzara, gelecekte Avrupa'nın politik, sosyal ve kültürel evrimi üzerinde belirleyici olacak gibidir.

***

Elbette bu oluşumların Türkiye’yi de etkileyen sonuçları olacaktır.

Çünkü bu partiler, Türkiye’nin Avrupa kültürüne ait olmadığını, farklı bir dine mensup olduğunu ifade eden ve Türkiye’yi sürekli dışlayan bir söyleme de sahiptir.

Ve de Türkiye’nin 31 Temmuz 1959’da başvurusuyla başlayan, bugün itibariye tam 65 yıldır süren AB’ye üyelik sorunu vardır.