I

“Aşk iki kişiliktir” şüphesiz, Ataol Behramoğlu’nun da dediği gibi. Söz konusu ikiliye rağmen bir de aşk vardır ki üçüncü bir kişidir bu akışta.

Kendi yatağında akan ırmağın hem denize kavuşması, göğe çıkmasıdır hem de aşk. Ol sebepten aşk, zahiren ikili görünen ilişkinin üçüncü ayağıdır.

Ötekine karşı sorumlu olduğunu düşünmeden yaşarken sevgililer, aşk kendi hükmünü verir. Burada “ötekine karşı sorumluluk” ifadesine kısaca da olsa değinmeliyiz. Bu kavram; karşılıklı özveri gibi bir boyutu içerir. Bu yolculukta sevgililerin “kendi” olmak ile bireysel çıkarlarını gözetmek arasında gelgit yaşayan salınımları ister istemez aşkı öteleyecektir ki haz ve cinsellikten ibaret bir boyut kalacaktır geriye. Bu durum da ister istemez yeni arayışları getirecektir beraberinde.

Duyumsanmayan ve /veya duyumsandığı sanılan duygulara bir ad vermek ya da onu bir acizlik, zaaf olarak görmek ve göstermek insanın kendi durumuna bir “anlam” vermesi olduğu gibi bir savunma mekanizması inşasıdır aynı zamanda.

Dünyevi, maddi hesapların araya girmesi (benim sigortamı eşim ödüyor daha iki sene var, iki sene geçer annemin bakıcı parasını kocam ödüyor, ablamla eniştemin sigorta parasını da eşim ödüyor vb.) tartılar başladığında aşk ötelenmiş, geriye haz ve cinsellik kalmıştır. Tırnak içinde kalan aşk ise sadece bir savunma mekanizması, bir kandırmacadır hayatlarımızda. Bu durumu bir boy çukuruna da benzetebiliriz. İçinden çıkılamadığı sürece mutsuzluk cenderesi. İnsanın kendine karşı samimi olmaması.

II

Demekle olmak arasında ışık yıllarınca mesafe olduğunu söylersem, umarım abartmış olmam hayatı ve hayatlarımızı.

O şey olmakla, o şeyden geçinmek zurnanın zırt dediği yer değilse nedir? Ey sevgili okur; siz “o şey”in içine alt başlık olarak sağı, solu; liberali, NATO milliyetçilerini, siyasal İslâm gibi kavramları koyabilirsiniz. Hatta ve hatta günümüz toplumunda yaşandığı söylenen “aşkı” da katabilirsiniz bunlara. Evet, tırnak içinde aşkları.

Maddi ve manevi bedelini ödemediğiniz hiçbir şey sizin değildir. Öyle bir boyut daha vardır ki o da sanatçı olmak ya da olamamaktır. Maddi ve manevi bedel ödediğiniz hâlde teslimat garantisi olmayan belki de tek şey sanatçı olmaktır. Tıpkı aşk gibi, sevgi gibi.

III

döneme, coğrafyaya ve iklime göre renk değiştiren bukalemun bir kavramdır. Bu bağlamda sistematik olarak, tanımlanması zor olan eğilimler içerdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Popülizmin toplumsal ve iktisadi boyutları olduğu gibi kaçınılmaz olarak sanatı da etki alanı içine almıştır.

Geçici yenilik olarak tanımlanan moda pazara mal üretmeyi beraberinde getirir. Bu ticaret söz konusu olduğunda bir geçim meselesidir. Ancak sanat söz konusu olduğunda “Piyasa bu romanı istiyor”, “Şu tür şarkılar pek revaçta”, “Herkes haiku yazıyor” demeye başlandığında gelinen çizgi, kendi söylemini, eğer varsa, terk ederek pazara mal yapmaktan öteye geçmez. Zaman ise en acımasız eleştirmendir. Öyle bir öğütür ki anlatamam.

Gel de Andy Warhol’u hatırlama… “Çağımızda herkes 15 dakikalığına meşhur olacaktır.”

IV

Denize giderken ah

Göğe çıkmak

Belli etmeden kimselere

İmecesiyle hep

Rüzgârla güneşin.