01 Aralık tarihli “AB ve Türkiye-2” başlıklı yazımda, “Demokrasi, laiklik, yargı ve kuvvetler ayrılığı” gibi konularda AB’nin raporlarında gündeme alınan eleştirileri ifade etmiştim.
Ve yazımın sonunu, “Kendimizi başka yerde değil Avrupa’da görüyoruz” deniliyor ise AB’nin istediği kriterler paylaşılmalı, gereği yerine getirilmelidir. Ya da AB kapılarında kapıkulu gibi beklenmemeli, içeriye hamaset yapılmamalıdır” diye bağlamıştım.
Yine de 10-11 Aralık’ta toplanan “AB Liderler Zirvesi” kararları büyük bir endişe ile beklenir olmuştu. Ama şimdilik savuşturulur oldu.
Ve de yaptırım tehditleri Mart 2021’e ertelenir oldu.
***
Zirvenin sonuç kararında:
Fransa, Yunanistan ve GKRY’nin başını çektiği “Türkiye’ye artık sertlik zamanı” diyen bir kısım AB liderlerinin istediği gibi bir karar çıkmadı.
Silah ambargosu gibi, Gümrük Birliği’nin ve üyelik sürecinin tamamen rafa kaldırılması gibi yaptırımlar yer almadı.
Ama NATO ve Almanya’nın desteklediği tarzda, “önce diyaloğu biraz daha deneyelim” yaklaşımı ön plana çıktı.
Ve zirvenin kararları özet olarak ifade edilirse:
“Türkiye’ye yönelik özellikle ekonomik ve siyasi boyutlu yaptırımların neler olabileceği üzerine Mart 2021’e kadar bir rapor hazırlanacak” denildi.
TPAO’nun 2019’da kara listeye alınan yöneticileri gibi, “AB’nin ‘istenmeyen insan’ olarak ilan edeceği isimler artacak” denildi.
Özellikle de “Doğu Akdeniz için, çok taraflı bir konferans ve diplomasi masası kurulacak” denildi.
“Türkiye-AB ilişkilerindeki sapmalar için ABD’de Joe Biden’ın başkanlık görevini devralması ve Washington ile ilişkiler de dikkate alınacak” denildi.
Ve de “Türkiye-AB ilişkileri, ABD-Türkiye ilişkilerine endekslenecek” denildi.
Yani 10-11 Aralık'taki AB Zirvesi’nden alınması istenen yaptırım kararları, aslında abanın altından sopa gösterilerek Mart 2021’e ertelenmiş oldu.
***
Şunu da ifade etmeliyiz ki;
Ne AB ne de ABD’nin bugün gündeme aldığı ya da almak istediği yaptırımlar, birden kapıya gelmiş de değildir. AB ve ABD ile zaten ok yaydan çıkmıştı. Bu nedenle üzerimize geliniyor diye de bir şaşkınlık yaşamamak gerekir.
AB, zaten Türkiye’ye 15 Temmuz 2019’da bir “yaptırım” kararı almıştı.
Özellikle o günlerde Kıbrıs açıklarında yapılan sondaj faaliyetleri nedeniyle, Türkiye’ye şu yaptırımlar getirilmişti:
-Türkiye’nin AB’den 2020’de alması öngörülen katılım öncesi mali yardımlarda kesintiye gidilmesi…
-Ortaklık Konseyi gibi ekonomi ve ticari ilişkilere ilişkin kurumsal ve üst düzey siyasi diyaloğun askıya alınması…
-Avrupa Yatırım Bankası’ndan Türkiye’ye verilecek kredi desteğinin gözden geçirilmesi…
Ayrıca 14 Ekim 2019'da, “Doğu Akdeniz’deki tartışmalı sularda sondaj çalışmaları” gerekçesiyle Türkiye’de kişilere, sorumlu şirketlere ve kurumlara yaptırım uygulama kararı alınmıştı.
Ve de 27 Şubat 2020’de:
-TPAO’nun bir kısım üst yöneticileri “kara listeye” alınmıştı.
-Bu kişilerin AB'deki mal varlıkları dondurulmuş, seyahat yasağı konulmuş, AB kişi ve kurumlarının bu kişilere fon aktarması yasaklanmıştı.
***
Evet, görünen o ki:
“Kendimizi başka yerde değil, Avrupa’da görüyoruz” denilse de bugünkü koşullarda Avrupa ile Türkiye arasında bir yol ayrılığı oluşmuştur.
Bu nedenle, Türkiye’nin uluslararası hukukta siyasal bir hataya düşmemesi için, özellikle AB yani genelde tüm dış politikalar için iktidar, muhalefetle yapıcı bir diyalog geliştirmelidir.
Ve Türkiye’nin 61 yıldır AB kapısında bekletilmesi nedeniyle…
Ve de AB’ye girebilmek için Kıbrıs sorunu ve Ermeni soykırım iddialarının kabul edilmesinin bir ön koşul olarak gösterilmesi nedeniyle…
Çok zor gibi olsa da özellikle sıkıştırılan bir Türkiye nedeniyle bu diyalog, kaçınılmaz bir zorunluluktur.
Eğer Batı’ya karşı güçlü bir Türkiye görüntüsü verilmek isteniyorsa…