Turgut Özakman’ın o, destansı romanında;

“Şu Çılgın Türkler” adlı, romanın her yanında...

Kurtuluş Savaşı’nın, öyküsü anlatılır;

Bağımsızlık, özgürlük, ülküsü anlatılır.

İngiliz işgal etmiş, güzelim İstanbul’u;

Savaşmaktan geçmekte, elbet kurtuluş yolu...

Sarı atlas desenli, büyük odadaydılar;

Her biri büyük küçük, rütbede subaydılar.

Subaylardan birkaçı, padişahçı, gerici;

Geri kalanlar ise, Vatanı gösterici.

Onlar yakın zamanda, Anadolu yolcusu;

Kurulmuş yollarına, engelli, bin bir pusu.

Harbiye Nazırı’nın, odasındaydı onlar;

İstanbul işgaldeydi, her tarafta düşmanlar

Nazırın başyaveri, görünerek kapıda;

Yapılan toplantıya geç kalmış gibi o da…

“Paşam buyurduğunuz, yüzbaşı geldi,” dedi.

Paşa sıkıntılıdır, sanki önemsemedi.

“Söz konusu ettiğim, bizleri sokan zora…”

Diyerek bilgi verdi, oturan subaylara.

“Al içeri!” Diyerek, buyurdu yaverine;

Tüm bakışlar çevrildi, subayın üzerine.

Kapıdan giren subay, hızla ilerleyerek;

Nazır’ın karşısında, durup selam vererek..,

“Yüzbaşı Faruk İstan. Beni emretmişsiniz.”

Nazır der ki içinden, “İleri gitmişsiniz.”

Uzun boylu ve kumral; havalı, yakışıklı;

Bir subaydı korkusuz, bakışları ışıklı.

Nazır’sa önündeki, bir yazıya bakarak;

Oturan subaylarda, kaygı dolu bir merak.

Nazır yumuşak tonda, “Oğlum” dedi, “dün akşam;”

Duraksadı içini, sarmış gibi keder, gam.

“Dün akşam Beyoğlu’nda, İngiliz subayını;

Yani Teğmen Miller’i, Teğmen Milleri yani.

Verilen bir buyruk var. Karşılaştığın o mu?

Selamlamışsın sen, bildirilen doğru mu?”

“Evet, doğru efendim.” Nazır dürüst subaya;

Babacan bir tavırla, içten buyruğu saya.

“Sanırım, görmediğin, için selamlamadın.”

“Hayır, gördüm efendim.” (Bilmem nedir muradın?)

Canı sıkılan Nazır: “Selamlamadın neden?

Selamlamanız için, buyruk geldi önceden.”

“Rütbesi küçük benden, ondan selamlamadım.

Rütbem büyüktür ondan. Sorguyu anlamadım.

Askerlik töresince, efendim onun beni;

Beni selamlaması, gerekmez miydi yani?”

Ziya Paşa kederle, ellerini açarak;

“Askerlik töresi mi kaldı, a yavrum bir bak!

Adamlar üstün gelme, hakkını kullanıyor;

Şu durumda onlarla, başa çıkabilmek zor…

İngiliz komutanı, bu olayı kınadı.

Şimdilik hükümetin, kırık kolu kanadı.

Sorun çıkarılacak, zaman değil el ele;

O müzevir teğmeni bularak özür dile.

Olayı kapatalım. Çıkabilirsin!” dedi.

Oturan subaylarsa, ilgi ile izledi.

Fakat Faruk yüzbaşı, dedi: “Paşam bir de siz;

Diyeceğim var benim, beni dinler misiniz?”

Nazır, bıkkın tavırla, dedi: “Söyle bakalım.”

Yüzbaşı heyecanlı, her cümlesi bir yalım.

“Balkan savaşında ben teğmendim Sayın Paşam!

Çanakkale’de ise, Üsteğmenim, zor yaşam.

Suriye Cephesinde, yüzbaşılık verildi.

Yurt için ölümüne, savaşlara girildi.

Ben bu rütbelerimi, tek başıma savaşıp;

Almadım. Her rütbemde, cephe cephe dolaşıp…

Savaşan o binlerce, şehit ve gazilerin;

Hakkı var üzerimde, sevgileri pek derin.

Onların haklarını, korumak namus borcum.

Yok sayamam onları, elbet böyleyken durum.

Beni bağışlayınız, Paşam özür dilemem.”

Harbiye Nazırıysa: “Sözü iki kez demem.

Anlamadın galiba, emrediyorum sana!”

Yüzbaşı sükunetle: “Anladım, buyruk buna.”

Dedikten sonra hemen, şöyle çevreye baktı;

Söküp apoletleri, masasına bıraktı.

“Artık buyruğunuzu, dinlemiyorum Paşam;

Düşmana karşı koyup, gerek özgürce yaşam.”

Selam vermeden dönüp, yürüyüp çıkıyorken;

Oturan subaylarsa, ilgiyle bakıyorken…

Hepsinin de rütbesi, yüzbaşıdan büyüktü;

Eli kolu bağlıca, durmak onlara yüktü.

“Türkün ölmezliğini yazmak gerek bu çağa!”

Diyerek fırladılar, dikildiler ayağa;

Gözleri dolu dolu, yüzbaşıya selama;

Hep birlikte durdular. “Halkım uyan, uyuma!..”

*   *   *  

Onun gibi kurtuluş, savaşına girdiler.

Özgürlük, bağımsızlık, savaşını verdiler.

Mustafa Kemal önder; düşman yurttan kovuldu.

Bunun sonunda. ülkem bağımsız, özgür oldu.

30. Ağustos 2023