Halkımız yoksuldu.
Yoksulluk, Saray'dan yönetiliyordu
Mülk sahibi de Saray'dı. Halk, şairlerden öğreniyordu Saray yaşamını.
"Yağma sofrası"** şairlerin şiirlerinde anlatılıyordu. "İtibardan tasarruf edilmez." anlayışındaydılar.
Vur patlasın, çal oynasın gidiyordu.
Kafaların içi orta çağ karanlığını yaşıyordu. Emperyalizm, tek dişi kalmış aç bir canavardı. Osmanlı İmparatorluğu dünyanın gözünde bir hasta adamdı. Ölmesini bile beklemediler. Aç kurtlar gibi saldırdılar.
Anadolu'da, Rumeli'de Ulusal Kurtuluş Savaşı başlatıldı. Dünyada eşi benzeri yoktu bu savaşın.
Kılavuz, Mustafa Kemal'di. Dışarıdan saldıran düşman denize döküldü. İçeridekilerin elabaşıları ya cezalandırıldılar ya da sürgüne gönderildiler. Onların arkasından gidenlerse, karanlık izbe yerler bulup sindiler.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruldu. Devletin temeli sağlam atılmıştı. Ülke, demir ağlarla örüldü. Fabrika bacaları yükseldi. Çağdaş eğitim veren okullar açıldı. Köylere öğretmenler gönderildi.
Çok sürmedi bu hızlı koşu. Emperyalizm, kendine işbirlikçiler buldu.
Şeyhler, şıhlar, ırkçılar, toprak ağaları, siyasetçiler, patronlar bir araya toplandı, örgütlendi. Sinenler, inlerinden çıktılar.
Köylüler, işçiler örgütlenemediler. Yoksul kaldılar, daha da yoksullaştılar.
"İş başa düştü." dedi gençlik.
Üniversitelerde okuyanların bir çoğu okulunu yarıda bıraktı. İşçilerin, köylülerin arasına girdiler. İşçi eylemlerine destek verdiler. Gerici, faşist iktidarların oyunlarını bozdular. Arı kovanlarına çomak soktular.
Emperyalizm, evrensel bir örgütlü kötülüktü. Kıyıcılığını gösterdi. 12 Eylül darbesi yapıldı.
Gençlere, işçilere, köylülere yapılmadık kötülük kalmadı. 650 bin insan gözaltına alındı.
Bir kez daha gördük, yaşadık ki, devrimler; bir avuç azgınlığın korkulu rüyası; askeri-sivil dinci, faşist darbeler ise halkın, halkların canına okuyan kötülükler yumağı.
Şair, yazar Hikmet Dönmez, 12 Eylül'lü yılların tanığı. Acıları yaşayan biri.
Devrimci Yol üyesi iki gencin, Mehmet'le İnce'nin daha çok 12 Eylül sonrası günlerini yazmış, anlatmış romanında. Halkımızı anlatmış.
"İnce, Mehmet'in yanına giderken bir taraftan yakalanmamanın sevincini yaşarken, diğer taraftan da yakalanan arkadaşlarının durumunu merak ediyordu.
Oysa daha dün devrim planları yapıyorlar, mücadelenin hangi evreye dönmesi gerektiğini tartışıyorlardı." s. 15
Yurdundan yuvasından, okulundan oldu binlerce genç. Gözaltına alınanlar, arananlar...
Roman kahramanlarından biri de Sultan ana. Evine konuk olmuş Mehmet'le İnce. Bu iki gençle konuşuyor:
" (...) Bakın yavrularım, İnce'nin abisi, Erdoğan'ıma durumunuzu anlatmış. Siz gelmeden haberiniz geldi. Erdoğan'ım da bana durumu anlattı, hiç düşünmeden olur dedim. Seyit'in bizlerde de buradaki köylerde de çok emeği var. Bilimsel anlamda tarımı, hayvancılığı ondan öğrendik. Daha önce herkes babadan dededen gördüğünü yapıyordu. Seyit Bey, birçok konuda bizlere öğretmen oldu. Hem onun bizlere yaptıkları hem de geçmişte yaşadıklarımız bizlere hem vefayı hem de devrimcilerin yanında durmamızı öğretti. (...) " s. 67
Seyit Bey, İnce'nin abisi.
Gençler, devrimci gençler diken üstünde. Dağda taşta, yollarda.
"Hayat bazen engebeli yollardan sarsıla sarsıla giden bir otobüste yolculuk yapmak gibiydi, bazen de bir karayılan gibi kıvrıla kıvrıla giden trende yolculuk etmekti sanki. Hiç sorunsuz olmayacak mıydı yolculukları? Uçağa binseler türbülansa girmeden uçamazlar mıydı? Bu yolculuk süreğendi. Yani ne zaman sona varacağı belli olmaksızın sürüp giden bir yolculuktu..." s. 219
Başka başka yaşayışlara ayna tutuluyor romanda.
Bolu dağlarındaki Yedi Göller'e benziyor Anadolu insanının yaşamı, yaşam alanları. Bir yaşam havuzundan ötekine, ondan ona...
İstanbul'da kağıt toplayıcıların arasında buluyoruz kendimizi. Çoğumuz farkında bile değiliz böyle bir yaşamın. Kaç-göçten kurtuluyoruz. Kağıt toplayanları, bilmediğimiz bir iş alanını tanıyoruz. Yorulacağımız yerde, o insanların arasında dinleniyoruz.
Bir başka yerde İnce ile Kader'in aşkı yüreğimizi kanatıyor.
Sonra yine yolculuklar.
Yol uzun.
"Nereye varacak bu işin sonu?" diye merak ediyoruz. Yüreğimiz daha hızlı atıyor, merakımız artıyor.
Düğüm çözüldü çözülecek derken; bu kez de Malatya köylerinde buluyoruz kendimizi. Ortalık kar kış. İstanbul nere, Malatya nere?
Sanki onları bekleyen birileri var o hiç gitmedikleri, tanımadıkları yerlerde. Buluşacaklar, kucaklaşacaklar, sarılacaklar birbirlerine.
Bir masal kahramanı oluveriyor roman kahramanlarımız. Gah horoz öten köye, gah duman tüten köye...
"Aha şura!" diyor arkadaşı, arkadaşına, yıldızı gösteriyor.
Yolculuk sürüyor.
Yıldıza yolculuk sürüyor.
-----------------------------
*Hikmet Dönmez, Yıldıza Yolculuk, roman, 256 sayfa, Ubuntu yayınları, 2023- ANKARA
**Han-ı Yağma, Tevfik Fikret'in şiiri.