Yüklerin kervanlarla taşındığı eski zamanlarda İstanbul’da bir tüccara mal taşıyan bir kervancı varmış. Kervancı getirdiği malların parasını alırken hep zorlanırmış. Tüccar allem eder kallem eder, üç kuruşun bile lafını eder, borcu olan parayı ödememek için kırk takla atarmış.

 Günlerden bir gün kervancı yine tüccara ipek kumaşlar, kadifeler, kürkler getirmiş. Tüccar ödeyeceği paranın hesabını yaparken kasten hile hurda çevirerek zavallı kervancının elli altınını dalavereye getirip iç etmiş.  Kervancı ilk anda anlayamamış hesaptaki hatayı. Kervanla birlikte yola çıkmış. Şam, Halep, Bağdat, Beyrut, Mısır derken uzun bir yol varmış önünde.

Kervan yola çıkınca tüccar ellerini ovuşturmuş. “Kervancı hileyi yuttu. Bu develer Mısır’a gidip dönene kadar aylar geçer. Kervancı hileyi anlasa bile o kadar zamanda zaten unutur, altınlar da arada kaynar gider” diye düşünmüş. Kervancı devenin tepesinde yol alırken bir yandan da kazancını hesaplıyormuş. Her seferinde para eksik veriyormuş. Kervancı boşa koymuş dolmamış, doluya koymuş almamış, paraların neden eksik çıktığını bir türlü anlayamamış. Uzun uzun düşünüp taşınıp tarttıktan sonra İstanbul’daki tüccardan kallavi bir kazık yediğinin farkına varmış. Çok fena kafası atmış. Kervanı oğluyla ortağına teslim edip, atlardan birini alıp üç beş gün içinde İstanbul’a geri dönmüş. Fakat doğrudan doğruya tüccara gitmemiş. Şimdi gitse paramı aldın, hile yaptın dese tüccar yine kırk lafın belini kırar, parayı vermemek için elinden geleni ardına koymazmış.

“Onunla uğraşmaya ne gerek var? Dinsizin hakkından imansız gelir” diyerek kendince bir plan yapmış. İstanbul’da tanıdığı birkaç eş dosttan da yardım almış. Ertesi sabah tüccarın kapalı çarşıdaki dükkânına iki kadın gelmiş. İkisi de çok pahalı kumaşlardan elbiseler, kürkler giyiyorlarmış. Parmaklarındaki yüzükler pırıl pırıl parlıyor, kollarındaki bilezikler de şıngır şıngır şıngırdıyormuş. Yağlı müşterileri görünce tüccarın gözleri ışıldamış. Kadınlardan biri, “Tüccar efendi, biz nasipse Hicaz yolcusuyuz. Buraları pek bilmeyiz. Etraftan sorduk soruşturduk, en güvenilir tüccar olarak sizi tavsiye ettiler. Mümkünse size biraz emanet bırakacağız. Hepsi de değerli şeyler. Nasip olur da Hicaz’dan sağ salim gelirsek alırız, yoksa da sana helali hoş olsun. Bir kısmıyla arkamızdan hatim okutsan bize yeter’’ demiş.

Tüccar sevincinden ne yapacağını şaşırmış. Heyecanını kadınlara belli etmemeye çalışarak kendi ayağıyla tıpış tıpış gelen bu yüklü kısmeti elden kaçırmamak için neşeyle kadınlara ikramlar yapmaya başlamış. İşte tam bu anda kervan sahibi de dükkâna damlamış. Tüccar kervancıyı görünce şaşırmış, ama hiç bozuntuya vermemiş. “Buyur ne istemiştin?” diye sormuş sesindeki kaygıyı belli etmemeye çalışarak. Kervancı, “Tüccar Efendi, ben yolda hesap yaptım da, elli altını sana fazladan vermişim.

İkimiz de fark etmemişiz. Onu söylemeye geldim” demiş. Tüccar şaşkınlıkla bakan kadınlardan çekinerek, “Ha tabii ya, ben de sana ne diyecektim diyorum. Doğru diyorsun, ben de senden sonra hesapladım. Paranı da ayırdım. Çocuklarıma da haber vermiştim, olur ya sen dönene kadar emri hak vaki olursa, hakkın üzerimde kalmasın diye. Allah korusun, ben kul hakkından çok korkarım, dur hemen çıkarayım paranı” demiş. Çekmecesini açmış, çatır çatır elli altını adamın eline saymış. Tüccar teşekkür etmiş, altınları kuşağındaki kesesine yerleştirmiş. O sırada kadınlar da ayağa kalkmışlar.

“Durun hayırdır, nereye gidiyorsunuz, daha kahveniz bitmedi” demiş  tüccar. Kadınlardan biri, “Düşündük de biz bu sene Hicaz’a  gitmekten vazgeçtik. Gidecek olursak yine uğrarız. İkramlar için teşekkür ederiz, haydi Allaha ısmarladık” demişler. Dükkân sahibi hepsinin kervancının oyunu olduğunu anlamış. “Böyle döne döne hesap mı olur? İlk yaptığımız hesap doğruydu. Bu münasebetsiz zamanda, nereden çıktın geldin başıma? Kafamı karıştırdın! Hani sen Mısır’a gidiyordun, ne çabuk döndün!” diye kervancıya fırça çekmeye kalkmış. Kervancı gülmüş, “Yutturduğun yanlış hesap, Bağdat’tan geri döndü” diye cevap verip dükkândan çıkıp gitmiş.

İşte böyle, hesap hataya gelmez. Yapılan yanlış er geç fark edilir, düzeltilir. O yüzden yanlış üzerinde ısrar etmenin, işi inada bindirmenin, milletin başının etini yemenin anlamı yoktur.

Allahın değirmeni ağır döner ama ununu ince eler.

Sevgiyle Kalın..