“Felaketimiz olur Abi.”

“Kim kurtarabilir o zaman bizi?”

“Hiç kimse …”

“Elbet hiç kimse. Senin feriştahın gelse yine de kurtaramaz bizi. Ondan sonra milyarlarca liralık maldan olduğuna mı yanarsın; yoksa mapus damına düştüğüne mi? Onun için, yakalanıp, içeride çürümenin alemi yok. Şurada yüze yüze kuyruğuna geldik. Biraz daha sabredelim. Camız Şevket nasıl olsa dönecek.”

“Malımız epey para yapar değil mi Abi?”

“Yapar da söz mü aslanım? Hayatın kurtulacak hayatın! Biliyorsun, ömrünü bu yolda harcayıp da havasını alan pek çok insan var. Bize amorti değil, büyük ikramiye vurdu. Bu fırsatı çok iyi değerlendirmeliyiz. Bu şans herkese gülmez. Malı elden çıkarıp, parayı da cebine koydun mu, git başka bir kente, kur düzenini yeni baştan. Ondan sonra da ömrünün sonuna kadar krallar gibi yaşa.”

“Ağzını seveyim be Abi! Ne güzel anlatıyorsun. Bal akıyor dilinden, dinime imanıma!.”

“Ulan oğlum! Bu kaçıncı soruşun, benim de kaçıncı anlatışım sana? Aynı şeyi tekrar tekrar sormaktan zevk mi alıyorsun.”

“Abi, çok hoşuma gidiyor seninle bu konuları konuşmak! Zengin olmanın düşünü kurdukça çok mutlu oluyorum. Bu işten elime çok para geçerse, seyyar işini hemen bırakacağım.”

“Bırakacaksın elbet oğlum. En önemlisi zabıtayla köşe kapmaca oynamaktan kurtulacaksın. Kendi işini kendin kuracaksın dilediğin biçimde. Belki, saygın, önemli bir kişi olacaksın zaman içinde. Buyruğunda da adamların olacak.”

“Hey be! Görecek miyim o günleri be Abi? Bir zengin olayım; biliyorum ondan sonra ne yapacağımı.”

“Ne yapacaksın ki?”

“Eşim ve çocuklarımla krallar gibi yaşayacağım Abi!”

Kahkahayla güldü öteki.

“Ulan amma tuhaf adamsın be Kuru!”

Çocuklar gayet iyi duyuyorlardı adamların konuşmalarını. Uzun boylu olanı, elini beline atıp tabancasını çıkardı. Şarjörünü bir iki şakırdatıp, yeniden beline taktı.

PALA POLAT

Sonra birden ayağa kalkıp cep telefonunu çıkardı.

“Bunun da şarjı az kaldı. Bir daha arayalım bakalım Camız Şevket’i. Gelmişse ne ala! Gelmemişse kente dönelim diyorum o dönünceye kadar.

“İnşallah gelmiştir Abi.”

Aradı.

“Alo! Ben Pala! Şevket Abi gelmedi mi hala?.. Yaa! geldi demek!.. Hele şükür!.. Bu iyi haber işte… Hemen görüşmek istiyorum… Tamam bekliyorum!..”

Arkadaşına dönerek:

“Gelmiş!” dedi sevinçle. Sonra telefona cevap verdi.

“Evet ben Pala, Şevket Abi! Hoş geldiniz! Sesinizi duymak ne güzel! Sağ olun. Sağlığınıza duacıyız! Mal hazır Abi! Elimizdeki malın listesini Çorum’da İlyas’a vermiştim. İletti demek. Çok İyi. Ufak parçaları listeye bile yazmadım. Onlar armağanımızdır size. Bu sefer kuşu vurdunuz Abi!.. Siz de kazanacaksın biz de. Bir başkasını düşünmedim hiç. Ne zaman geliyorsunuz? Yarın… Yarına bırakma Abi. Kaç gündür bu Allah’ın dağındayız… Dağ başı ama yine de güvenli sayılmaz buralar. Her an elimiz yüreğimizde. Gerçi kimseler görmedi bizi ama yine de belli olmaz. Pazarlığımız, daha önce konuştuğumuz gibi… Tutarız sözümüzü. “Para peşin, kırmızı meşin,” demişler!.. Paramı “dolar” olarak alır, malı teslim ederim… Keleklik etmek haddimize mi düşmüş Abi. Canımız değerlidir… Alman geldi demek… Çok iyi! İlyas’la geleceksiniz!.. Ne zaman burada olursunuz?.. Bugün ikindiye doğru. Yani saat beş gibi. Tamam Abi… İlyas yerimizi biliyor… Orada buluşur; al gülüm, ver gülüm yaparız!.. Ondan sonra da, siz sağ, ben selamet… Ben yoluma, siz yolunuza!.. Tamam Abi, bekliyorum!... Görüşmek üzere. İyi günler!...” dedi telefonu kapadı.

“Yaşasın!..” dediler ikisi birden. Sevinçle zıpladılar oldukları yerde.

“Abi!” dedi Kuru Mıstık. “Biz burada bağıra bağıra konuşuyoruz ya; ya bir duyan olduysa bizi?”

Çocuklar biraz daha büzüldüler kayanın arkasına.

“Kim duyacak oğlum?” dedi Pala. “Kaç gündür bu Allah’ın dağındayız. Dağın arka yüzündeki sürünün çobanından ve davarından başka canlı bir yaratığa rastladık mı hiç? Biz onu gördük ama o bizi gördü mü?”

(SÜRECEK)