“Bakın yavrum,” dedi Zafer Bey. “Köy, kent gibi değildir. Köyde herkes, uzaktan ya da yakından akrabadır birbirine. Onun için yakınlık duyarlar birbirlerine. Kendilerinin bir parçası sayarlar sizleri. Onların da sizler gibi torunları var gurbette. Sizleri severken torunlarını da seviyormuş gibi oluyorlar.”

İsmail Mahalleyi bir baştan bir başa geçtiler. Yolun üst yanında “Saraycık Göl” dedikleri İki sulama havuzu vardı. Bunların ilki oval biçimdeydi. Ardından ikincisinin kıyısına çıktılar. O, dört köşe büyük bir sulama havuzu olarak yapılmıştı. Aytaş’tan inen su buradaki havuzlara doluyor, biriken suyla köyün bahçeleri ve arazisi sulanıyordu. Yolun iki yanında onlarca tür ağaçla donanmış bahçeler uzayıp gidiyordu ötelere doğru. Doğuda Yakatarlalar’a uzanan bu ağaç denizi Fiditler’i, Albazbağları’nı ve Kırambağlar’ı içine alarak güneyde, köy önüne uzanıyordu. Mezarlığın kıyısından başlayan bu ağaçlık alan, Dedeli ve Oluklu Pınarcık’tan, Kötüpınar’a, oradan da Karadutlar’ın altına kadar iniyordu.

Yaz mevsimi tüm görkemi, güzelliği ve yeşilliğiyle; ağaçlardaki meyveleriyle, bir tufan gibi sarmıştı her yanı. Göç olayı başlayalı bu bahçelerin çoğu bakımsız ve sahipsizdi. Bir zamanlar, karaçalılar ve böğürtlenlerle tutulu kıyıları bakımsızlıktan dağılmıştı. Duvarları yıkılmış, çocuklara bile geçit verir olmuştu. Andallar, anavullarsa işlenmediğinden birbirine karışmış, yabani otlar ve çalılar bitmişti sebzelerin yerinde. Çeşit çeşit meyve veren ağaçlar yaşlanmış, kimisi kurumuş, kimisi de kurumaya yüz tutmuştu.

Tekleme de olsa bakımlı olanlar vardı. Onlar, köyde oturanların bahçeleriydi. Bu bahçelerin kıyıları tutulu, toprağı işlenmişti. Soğanından maydanozuna, biberinden fasulyesine kadar yetişmiş sebzeler vardı. Meyve ağaçları elma, armut, kayısı ve erik yüklüydü. Ceviz ağaçlarıysa o görkemli gövdeleri, geniş ve uzun dallarıyla gölgelemişlerdi bulundukları alanı.

ÇIKRIK KÖYÜ OKULU

Yolları çatallanmıştı.

“Gelin çocuklar” dedi Zafer Bey. “Önce okulun çevresini gezdireyim sizlere.”

“Gezelim Büyükbaba,” dediler üçü birden.

Sola dönen yolu izlediler. Yolun sol yanı okul bahçesiydi. Elmadan armuda, vişneden kaysıya kadar meyve ağaçları vardı. Ağaçların bir bölümü kurumaya yüz tutmuştu..

Alaca bir kapıyı açarak çıktılar basamakları. Karşılarında taş bir yapı vardı. Önü çocukların oyun alanıydı Okulun doğu yanı meyve ağaçlarıyla birlikte sebze bahçesiydi. Batı yanında ise elma, vişne ve kavak ağaçlarıyla birlikte, üç tane devasa çam ağacı yükseliyordu görkemlice.

Zafer Bey:

“İşte Çıkrık Köyü İlköğretim Okulu,” dedi. “Bu okul yapısı 1970 yılında yapıldı.”

“Otuz üç yıl olmuş,” dedi Cemre.

“Doğru,” dedi Zafer Bey. “Bu yapının yerinde 1927 yılında yapılmış bir okul vardı. Bizler o okulda okumuştuk. O okul yıkılarak yapıldı bu taş yapı.”

“O da,” dedi Özgün. “ 43 yıl hizmet vermiş Çıkrık Köyü’ne.”

“Sadece Çıkrık Köyü’ne değil,” dedi Zafer Bey. “Çevresinin yirmi üç köyüne de eğitim ve kültür hizmeti vermiştir önceki okul yapısı. Gelin benimle,” dedi.

Yürüdüler. Okulun batı yanından arkasına, giriş kapısına dolandılar. Okul yapısı “L” biçiminde yapılmıştı. Kapısı ve panjurları kapalıydı. Okulun giriş yanında bir Atatürk büstü, duvar kıyısında da küçük bir havuzu ve üzerinde kameriyesi vardı. Çevresindeki güller, sarmaşıklar da farklı bir güzellik vermişti oraya.

Havuzun suyu kesilmiş, akmıyordu.

Yürüdüler. Okulun arkasından, doğu yanına geçtiler. Karşılarında iki katlı, yıpranmış, pencerelerinin çerçeveleri bile olmayan eski bir yapı daha yükseliyordu burada. İlk katı tamamen taştan yapılmıştı.

“İşte çocuklar,” dedi Zafer Bey. “Bu yapı da bir zamanlar ‘yatı yapısı’ olarak görev yaptı. O yıllara benim bile aklım ermiyor.”

“Demek o kadar eski?” dedi Emre.

“Evet. O kadar eski. 1930’lu 40’lı yıllar. Her köyde okul yok o zamanlar. Atatürk’ün önderliğinde ülkemizde her alanda olduğu gibi, eğitim alanında büyük bir kalkınma çabası var. O zaman Cumhuriyetimiz henüz sizlerin yaşında. Çorum ilinde ve merkez ilçelerinde henüz üç yatı okulu var. Dördüncüsü de Çıkrık köyünde otuzlu yıllarda açılmış olan bu yapı işte.”

“Neden bir başka köy değil de Çıkrık köyünde Büyükbaba?” diye sordu Özgün.

“Çünkü Çıkrık köyü hem merkezi bir yerde hem de çevresinin en büyük köyü. Cumhuriyet öncesinde bile okulu varmış. Yani aydın, uyanık bir halkı var. ‘Çıkrık Köyü Yatılı Bölge Okulu’na o zaman yatılı olarak, tam yirmi üç köyden öğrenci alınmış.”

(SÜRECEK)