Türkçenin derdi bir değil ki; onlarca derdi, onlarca sorunu var.
Türkçeye vuran vurana...
Sağcısı solcusu bir yandan; milliyetçisi ümmetçsi diğer yandan; küreselcileri de neresini denk getirirse artık…
Herkes sırada...
Herkes, “Önümdeki işini bitirse de bir iki de ben veriştirsem”in peşinde...
Ağızdan çıkan her sesin, Türkçe olduğu sanısı egemen insanlarımıza...
İnsanlarımız yıllarca yanlış eğitilip, yanlış yönlendirildi çünkü.
Ne yazık ki, dilini tanımıyor insanlarımız; dilinin kurallarını bilmiyor.
Bilmediği gibi ukalalığı da elden bırakmıyor.
Bir yazarımızın; “anımsamak sözcüğü, anırmayı çağrıştırıyor bana” dediğine tanık olmuş çok üzülmüştüm. Bir diğer yazarımızın da “ıyışkı sözcüğü, bana, ‘dışkıyı’ çağrıştırıyor bana…” dediğine…
Her iki yazarımız da “kaymakam” sözcüğünü, çok sık kullanıyor ama nedense bu sözcük onlara hiçbir şey çağrıştırmıyor.
Bu sözcük Arapça olduğu için, çarpılırız(!) diye onu tiye almaya cesaret edemiyorlar herhalde!
* * *
İnsanlarımızın bir bölümü dilinden utanıyor!
Bu gruba dahil insanlarımızın dillerine saygısı yok.
Türk, Türkçesine saygı duymazsa, yabancı hiç duymaz.
Onlar da Türk(!) işbirlikçileri gibi; “Türk’e sattığım mallar için, ayrıca Türkçe kullanım kılavuzu ya da tanıtmalığı vermeme gerek yok. Adamlar zaten benden fazla Angloman oldular. Benim her sözcüğüm dillerinde, yazılarında, kitaplarında, şarkılarında, levhalarında, vitrinlerinde, kurumlarında, sırtlarında, midelerinde, bağırsaklarında...” der, geçiştirir.
Nitekim de öyle düşünüyor, öyle yapıyorlar.
Türkiye’ye dışarıdan gelen her ürünün; İngilizce, Almanca, Fransızca, İspanyolca, İtalyanca, Portekizce, Norveççe, Flemenkçe, İsveççe, Çekçe, Lehçe, Fince, Sırpça, Romence, Bulgarca, Arnavutça, Slovakça, Macarca, Rusça, Çince, Korece, Japonca... kullanım kılavuzu var; Türkçe kullanım kılavuzu yok.
* * *
Sabah Gazetesi’nin henüz havuz medyasına dahil olmadığı tarihlerde; gazetenin Ekonomi Editörü Esen Evran; (yıllardır, benim de içime sindiremediğim) bu konuyu, “Türkçe Etiketimi İstiyorum” adı altında, 4 gün süreyle gündeme taşımıştı. (Kesip saklamışım)
Esen Evren, dilbilimcileri, dışalımcıları, tüketicileri buluşturup, görüşlerini aldı, tartıştı, tartıştırdı.
Bilinmeyen pek çok konuda okuyucularına ışık tuttu.
Ben de okudukça şaşırmış, okudukça sinirlenmiş, okudukça üzülmüştüm. Aynı yazı dizisini yine aynı ruh haliyle tekrar okudum.
“Vah benim canım Türkiye’m” dedim, “kimlerin elinde, kimlere yurtluk yapıyorsun!...”
* * *
4077 sayılı Tüketici Yasası’nın 14. Maddesi, “Yurt içinde üretilen veya dışarıdan alınan sanayi mallarının tanıtım, kullanım, bakım ve basit onarımına ilişkin Türkçe kılavuzla ve gerektiğinde uluslararası simge ve işaretleri kapsayan etiketle satılması zorunludur” der.
Böyle bir durumda tüketicilerin, Tüketici Hakem Heyeti’ne başvurması halinde; ‘Türkçe kullanma kılavuzu’ olmadan satışa sunulan ürünlere, ürün başına, 156.- TL idari para cezası uygulanır..
Tüketici (dilerse) bir dilekçe daha vererek, diğer ürünlerde de ‘Türkçe kullanım kılavuzu’ olmadığı gerekçesiyle, olayın yerinde saptanmasını isteme hakkı vardır.
durumda, Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğünden bir görevli gelip, raflarda inceleme yapar; diyelim ki satış yerinde bu durumda olan ürünlerden 100 adet varsa; o satış yerine (100 x 156.-TL) para cezası verilir, yakınmaya konu ürünler raftan çektirilerek satışına engel olunur.
Ne güzel değil mi?
Güzel olmasına güzel de; bu yasayı uygulamaktan sorumlu Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Tüketicinin ve Rekabetin Korunması Genel Müdürü Sayın Özcan Pektaş bu olaya bakın nasıl yaklaşıyor.
Sayın Bürokrat diyor ki; “... Piyasada Türkçe etiket kuralına uymayan mağaza ve marka olduğunu biliyoruz. Yeterli denetim elemanım olsa, bu işte çok ekmek var. Maliye’nin topladığından daha fazla para toplarız.”
Asıl görevi tüketiciyi korumak olan bürokrat efendinin olaya yaklaşımına bakar mısınız; adam tüketiciyi korumayı bir kenara bırakmış, bekliyor ve istiyor ki bu savsaklamalar devam etsin, devlet buradan da malı götürsün.
Sen bu denetimi gümrüklerinde yapma, senin gümrüklerin yolgeçen hanı olsun, ürün tüm ülkeye dağıldıktan sonra denetim yapmaya kalk. Üstelik bu denetimleri de “yurttaşının hakkını korumak için değil, devlete gelir olsun diye ya da birileri de buradan arpalansın” diye yap.
Böyle bir mantık, böyle bir yaklaşım olabilir mi?
* * *
Bakın, tüketicisine, daha da önemlisi diline saygı gösteren Fransa, bu sorunu nasıl çözmüş.
Fransa’da 1994 yılında kabul edilen “Fransızcayı Koruma Yasası”na göre Fransa’ya girecek her türlü ürünün kullanım kılavuzunun Fransızca olması gerekiyor. Aksi halde hiçbir ürün Fransa sınırlardan içeri giremiyor.
Kim bu Fransa?
Küreselleşmenin öncüsü, yani bayraktarı.
Ama aynı Fransa, diline o kadar saygılı, o kadar bağlı ki; o gümrükten hiçbir sözcük, Fransızcaya dönüşmeden ya da Fransızca karşılığını bulmadan, Fransa’ya giremiyor.
Demek ki bazı yazarlarımızın savunduğu, “küreselleşen dünyada, dillerin kirlenmesini engellemek mümkün değildir” görüşü doğru bir görüş değil.
* * *
Sözü özü dostlar; dilimize sahip çıkmalı, dilimize önem vermeli, önem verdirtmeliyiz. Örneğin dilimizi, öncelikle ve ivedilikle, bilişim sektörüne kabul ettirmeliyiz.
Bugüne değin ben de bilmiyordum. Cep telefonlarımızda gönderdiğimiz iletilerde, Türkçe öz yapı (karakter) kullanmamız halinde (diğer dillere göre) 2 kat fazla ücret ödüyormuşuz meğer.
Türkçenin derdi bir değil ki; onlarca derdi, onlarca sorunu var.
Türkçeye vuran vurana...
Sağcısı solcusu bir yandan; milliyetçisi ümmetçsi diğer yandan; küreselcileri de neresini denk getirirse artık…
Herkes sırada...
Herkes, “Önümdeki işini bitirse de bir iki de ben veriştirsem”in peşinde...
Ağızdan çıkan her sesin, Türkçe olduğu sanısı egemen insanlarımıza...
İnsanlarımız yıllarca yanlış eğitilip, yanlış yönlendirildi çünkü.
Ne yazık ki, dilini tanımıyor insanlarımız; dilinin kurallarını bilmiyor.
Bilmediği gibi ukalalığı da elden bırakmıyor.
Bir yazarımızın; “anımsamak sözcüğü, anırmayı çağrıştırıyor bana” dediğine tanık olmuş çok üzülmüştüm. Bir diğer yazarımızın da “ıyışkı sözcüğü, bana, ‘dışkıyı’ çağrıştırıyor bana…” dediğine…
Her iki yazarımız da “kaymakam” sözcüğünü, çok sık kullanıyor ama nedense bu sözcük onlara hiçbir şey çağrıştırmıyor.
Bu sözcük Arapça olduğu için, çarpılırız(!) diye onu tiye almaya cesaret edemiyorlar herhalde!
* * *
İnsanlarımızın bir bölümü dilinden utanıyor!
Bu gruba dahil insanlarımızın dillerine saygısı yok.
Türk, Türkçesine saygı duymazsa, yabancı hiç duymaz.
Onlar da Türk(!) işbirlikçileri gibi; “Türk’e sattığım mallar için, ayrıca Türkçe kullanım kılavuzu ya da tanıtmalığı vermeme gerek yok. Adamlar zaten benden fazla Angloman oldular. Benim her sözcüğüm dillerinde, yazılarında, kitaplarında, şarkılarında, levhalarında, vitrinlerinde, kurumlarında, sırtlarında, midelerinde, bağırsaklarında...” der, geçiştirir.
Nitekim de öyle düşünüyor, öyle yapıyorlar.
Türkiye’ye dışarıdan gelen her ürünün; İngilizce, Almanca, Fransızca, İspanyolca, İtalyanca, Portekizce, Norveççe, Flemenkçe, İsveççe, Çekçe, Lehçe, Fince, Sırpça, Romence, Bulgarca, Arnavutça, Slovakça, Macarca, Rusça, Çince, Korece, Japonca... kullanım kılavuzu var; Türkçe kullanım kılavuzu yok.
* * *
Sabah Gazetesi’nin henüz havuz medyasına dahil olmadığı tarihlerde; gazetenin Ekonomi Editörü Esen Evran; (yıllardır, benim de içime sindiremediğim) bu konuyu, “Türkçe Etiketimi İstiyorum” adı altında, 4 gün süreyle gündeme taşımıştı. (Kesip saklamışım)
Esen Evren, dilbilimcileri, dışalımcıları, tüketicileri buluşturup, görüşlerini aldı, tartıştı, tartıştırdı.
Bilinmeyen pek çok konuda okuyucularına ışık tuttu.
Ben de okudukça şaşırmış, okudukça sinirlenmiş, okudukça üzülmüştüm. Aynı yazı dizisini yine aynı ruh haliyle tekrar okudum.
“Vah benim canım Türkiye’m” dedim, “kimlerin elinde, kimlere yurtluk yapıyorsun!...”
* * *
4077 sayılı Tüketici Yasası’nın 14. Maddesi, “Yurt içinde üretilen veya dışarıdan alınan sanayi mallarının tanıtım, kullanım, bakım ve basit onarımına ilişkin Türkçe kılavuzla ve gerektiğinde uluslararası simge ve işaretleri kapsayan etiketle satılması zorunludur” der.
Böyle bir durumda tüketicilerin, Tüketici Hakem Heyeti’ne başvurması halinde; ‘Türkçe kullanma kılavuzu’ olmadan satışa sunulan ürünlere, ürün başına, 156.- TL idari para cezası uygulanır..
Tüketici (dilerse) bir dilekçe daha vererek, diğer ürünlerde de ‘Türkçe kullanım kılavuzu’ olmadığı gerekçesiyle, olayın yerinde saptanmasını isteme hakkı vardır.
durumda, Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğünden bir görevli gelip, raflarda inceleme yapar; diyelim ki satış yerinde bu durumda olan ürünlerden 100 adet varsa; o satış yerine (100 x 156.-TL) para cezası verilir, yakınmaya konu ürünler raftan çektirilerek satışına engel olunur.
Ne güzel değil mi?
Güzel olmasına güzel de; bu yasayı uygulamaktan sorumlu Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Tüketicinin ve Rekabetin Korunması Genel Müdürü Sayın Özcan Pektaş bu olaya bakın nasıl yaklaşıyor.
Sayın Bürokrat diyor ki; “... Piyasada Türkçe etiket kuralına uymayan mağaza ve marka olduğunu biliyoruz. Yeterli denetim elemanım olsa, bu işte çok ekmek var. Maliye’nin topladığından daha fazla para toplarız.”
Asıl görevi tüketiciyi korumak olan bürokrat efendinin olaya yaklaşımına bakar mısınız; adam tüketiciyi korumayı bir kenara bırakmış, bekliyor ve istiyor ki bu savsaklamalar devam etsin, devlet buradan da malı götürsün.
Sen bu denetimi gümrüklerinde yapma, senin gümrüklerin yolgeçen hanı olsun, ürün tüm ülkeye dağıldıktan sonra denetim yapmaya kalk. Üstelik bu denetimleri de “yurttaşının hakkını korumak için değil, devlete gelir olsun diye ya da birileri de buradan arpalansın” diye yap.
Böyle bir mantık, böyle bir yaklaşım olabilir mi?
* * *
Bakın, tüketicisine, daha da önemlisi diline saygı gösteren Fransa, bu sorunu nasıl çözmüş.
Fransa’da 1994 yılında kabul edilen “Fransızcayı Koruma Yasası”na göre Fransa’ya girecek her türlü ürünün kullanım kılavuzunun Fransızca olması gerekiyor. Aksi halde hiçbir ürün Fransa sınırlardan içeri giremiyor.
Kim bu Fransa?
Küreselleşmenin öncüsü, yani bayraktarı.
Ama aynı Fransa, diline o kadar saygılı, o kadar bağlı ki; o gümrükten hiçbir sözcük, Fransızcaya dönüşmeden ya da Fransızca karşılığını bulmadan, Fransa’ya giremiyor.
Demek ki bazı yazarlarımızın savunduğu, “küreselleşen dünyada, dillerin kirlenmesini engellemek mümkün değildir” görüşü doğru bir görüş değil.
* * *
Sözü özü dostlar; dilimize sahip çıkmalı, dilimize önem vermeli, önem verdirtmeliyiz. Örneğin dilimizi, öncelikle ve ivedilikle, bilişim sektörüne kabul ettirmeliyiz.
Bugüne değin ben de bilmiyordum. Cep telefonlarımızda gönderdiğimiz iletilerde, Türkçe öz yapı (karakter) kullanmamız halinde (diğer dillere göre) 2 kat fazla ücret ödüyormuşuz meğer.
Çünkü sistem, bazı (Türkçe) sözcüklerimizi tanımadığı için, iletiyi birkaç parçaya bölüyor, böylece birden fazla kısa ileti atılmış gibi oluyormuş.
Operatör ve cep telefonu üreticilerine, bunun nedeni sorulduğunda, beyzadeler suçu birbirlerinin üzerine atıyorlar (mış).
Oysa Türkcell, Telsim, ve Avea, yaklaşık 100 bin dolar yatırımla, rahatlıkla Türkçenin öz yapısına uygun yazılım kullanabilir (miş).
Ericsson, Motorola, ve Nokia gibi altyapı şirketleri, GSM operatörlerinden istem gelmediği için ve böyle bir zorunlulukları da olmadığı için, bu konuda adım atmıyorlar (mış).
Çince, İbranice, Arapça, ve Kril abecesiyle ileti göndermek normal ücret, Türkçe ileti göndermek iki katı ücret.
Merak ediyorum; acaba dünya üzerinde, kendi ülkesinde, kendi abecesini (alfabe) kullandığı için cezalandırılan, bir başka ülke var mıdır?
“Vah benim canım Türkiye’m. Kimler tarafından yönetiliyor, kimlere yurtluk yapıyorsun” göndermesinde bulunurken, işte bu tür densizliklere dikkat çekmek istiyorum.
İşte bunlara üzülüyor, bunlara kahroluyorum.