“Evet,” diyorlar. “Kızdan aldığı başlık parasını oğlan için geri vererek el elde, baş başta kalıyorlar.”
Bana, kaç lira maaş aldığımı soruyorlar. Belli ki ben de bu köyden evlenmek istesem kaç maaş biriktirmem gerektiğini öğrenecekler. Elime geçecek parayı bildiğim için hemen yanıtlıyorum.
“Ayda 350 lira” diyorum.
Bu kez Çelebi soruyor:
“Aldığın maaşın bir kuruşuna bile dokunmadan ne kadar sürede, biriktirebilirsin 15 bin lirayı?”
Hemen kâğıt kalemle hesabı çıkarıp, söylüyorum kendilerine.
“Bir kuruşuna bile dokunmadan tam kırk üç maaş biriktirmem gerekiyor. Bu da kırk üç ay yapar. Yıl olarak soracak olursanız, üç buçuk yılı aşar.”
“Görüyorsun ya,” diyor Çelebi. “Bu köyden evlenmek istesen, sen de evlenemezsin o maaşla Hocam.”
“Ben” diyorum. “Bu gibi olayları romanlarda, öykülerde ya da filmlerde olur sanıyordum. Demek ki gerçekmiş. Hem de Anadolu’nun ortasında, Çorum topraklarında.”
Haydar:
“Bu köyde başlık parası yüzünden evlenememiş, yaşı kırkı aşmış altı yedi kişi var,” diyor.
Bu sırada okuduğum bir öykü geliyor aklıma. Gülümsüyorum.
“En iyisi Selman’la Selma gibi yapacaksın” diyorum.
“Onlar da kimmiş. Ne yapmışlar ki?” diye soruyorlar merakla.
“Onlar birbirini seven, iki genç. Selman başlık parasını veremeyince Selma’yla ele verip kaçmışlar.”
Haydar meraklanmıştı.
“Nasıl kaçmışlar? Şunu, baştan anlatsana Hocam...”
“Bir öykü kitabında okumuştum. Olay bir köyde geçiyor. Öyküler de olmuş ya da olabilecek olayları anlatır. Bu öykünün kahramanları da Selman’la Selma. Âşıklar birbirlerine. Hem de deliler gibi. Ama Selman babasız, yoksul bir delikanlı. Taşı sıksa suyunu çıkarır bir yiğittir ama yoksulluk kötüdür. Onların köyünde de sizin köyde olduğu gibi başlık parası yüksek. Selma’nın babası varsıl. Kızını açık artırmaya çıkarmış gibi: “Şu kadar başlık parasını getiren alır kızımı” der. Selman’ın o başlık parasını bulup vermesi olanaksızdır. Dolayısıyla, başlık parası engeldir kavuşmalarına. Selma gibi dünyalar güzeli bir kızı oğluna almak için, istenen başlık parasını hemen çıkarıp verebilecek oğlan babaları vardır o köyde. Selma’nın gönlü ise Selman’dadır. “Ondan başkasına varmaktansa kendimi öldürürüm daha iyi” der ama para dinli babasının kılı kıpırdamaz. Nasrettin Hoca fıkrasındaki gibi, parayı veren düdüğü çalacaktır. Yani istenen başlık parasını veren Selma’yı saracaktır. Selman’ın var olan arazisi kendisiyle garip anasını bile geçindirmez. Satsa, başlık parasının onda birini bile karşılamaz.
Selman tutsa da başlık parası kazanmak için gurbete çalışmaya gitse, birkaç yılda biriktiremez o parayı. O zamana kadar da Selma’yı bekletmez babası. Başlık parasını hemen verecek bir varsılın oğluna kızını vermeye dünden hazırdır. Onun için kızının mutluluğu değil, kesesine girecek para önemlidir. Sevenleri ayırmanın ne Hakka, ne de şeriata sığmadığını bilmez paradinli birisidir o.”
Burda durup bir soluk alıyorum.
Öykü sarmıştı gençleri.
“Sonra ne oluyor?” diye soruyor Çelebi merakla.
Bir sabah bomba bir haberle sarsılıyor köy.
“Ne haberi?”
Hasan sormuştur bu soruyu.
“Kaçmışlar!”.
“Kim kiminle kaçmış? Nasıl kaçmış?”
Sonunda konu anlaşılır.
“Selma, Selman’la kaçmıştır.”
Sevinenler olur.
“Vah tüh” diyenler olur.
Ayıplayanlar olur.
“İyi yapmışlar” diyenler olur.
Açıkçası kimi nalına vurur, kimi de mıhına…
Selma’nın babası her ne kadar öfkesinden küplere binip şikâyetçi olmuşsa da kızın yaşı da dolmuş olduğundan bir şey tutturamamış. “Atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmiştir”.
Gençler sırayla soruyorlar öykünün sonunu.
“Nasıl kaçmışlar? “
“Nereye kaçmışlar?”
“Sonra ne olmuş?”
“Evet, sonra ne olmuş?”
(SÜRECEK)