Günümüzde ne yazık ki bir betonlaşma yarışı içerisindeyiz. Şöyle bir dönüp geçmişe baktığımda tek tip yapılmış mahalle evleri artık yıkılmakta, güzelim tarım arazilerinin üzerine ise uzun uzun bloklar ve siteler inşa edilmekte.
Haydi bunlar bir yana, estetik namına bir şey kalmadı. Gözünüzün alabildiğince her yer çok katlı evlerle dolu. Sırf ekonomik kaygılar yüzünden cânım mahalle kültürümüzü yok ettik. Eskiden müstakil evlerde ayrı yaşıyorduk ama komşumuz ile sanki aynı evde yaşar gibiydik. Şimdi ise çok katlı apartmanlarda ayrı dünyalarda, birbirimizden bîhaber yaşıyoruz.
Hep söylenir ya "Günümüz dünyası yozlaştı" diye, acaba insanlık mı yoksa dünya mı yozlaştı? Bence galiba duygular yozlaştı. Eskiden birbirimize ne kadar yakın isek, şimdi o kadar uzaklaşır olduk. Kendimizi dört duvar arasına hapsettik, bıraktık.
Milletçe geçmişimiz ile övünmeyi hep severiz. Haklıyız da! Çünkü dünyaya medeniyet tohumları serpmiş bir ecdadın torunlarıyız. Bununla da her zaman gurur duyuyorum. Eminim ki sizler de gurur duyuyorsunuz. Ama gelin görün ki bu çarpık betonlaşma yarışını izledikçe ecdadımızın bizlere bıraktığı eserler karşısında utanç duyuyorum. Ve kendi kendime hayıflanıyorum: "Mimar Sinan gibi dehalar yetiştirmiş bir milletin torunları bu eserlerdeki zarafetten, ustalıktan hiç mi utanmıyor?" diye.
Ramazan ayı yaklaştı. Malumunuz Ramazanın sembolleri arasında camiler vardır ve bu camilerin ardında Osmanlı İmparatorluğu döneminde sultanların yaptırdıkları camiler önemli bir yer tutar.
noktada Şemsi Paşa tarafından 1580 yılında Mimar Sinan'a yaptırılan paşanın ismini taşıyan ama halk arasında "Kuşkonmaz Cami" olarak temsiye edilen camiden bahsetmek istiyorum.
Mizaç olarak Şemsi Paşa titiz biridir. Titizliği nedeniyle de Mimar Sinan'dan üzerini kuşların pisletemeyeceği, uğramadığı bir cami yapmasını ister.
Paşanın bu isteği karşısında Mimar Sinan araştırmalarını yapar ve çözümü bulur. Kuşların rüzgarların yönünden etkilenmesi sebebiyle, camiyi kuzey ve güney rüzgarlarının kesiştiği noktaya inşa eder. Ayrıca büyük deha , dalgaların kıyıyı döverken çıkardığı sesin minareler aracılığıyla içeri alınmasını sağlar. Böylelikle çıkan uğultu sayesinde kuşlar ürker ve caminin yapıldığı noktaya uğramaz olur.
Denize sıfır noktada inşa edilen caminin denize kayma riskini de göz ardı etmeyen dahi mimar, bunun önlemini de almış. Zemine hareket edebilecek olan iki sütun yerleştirerek teknik olarak öyle bir şey başarır ki bu sütunlar, kayma riski olduğunda hareket edebildiği için uyarabiliyor. 1580 yılında camiyi yaptıran Şemsi Paşa, caminin tamamlandığını ömrü vefa etmediği için görememiş.
İşte bu cami bile dahi mimarın dehasının bir misalidir.
Sinan, yapılarında ayrıca drenaj adı verilen bir kanalizasyon sistemi de kurmuş. Drenaj sistemiyle yapının temellerinin sulardan ve nemden korunarak dayanıklı kalmasını öngörmüş. Ayrıca yapının içindeki rutubet ve nemi dışarı atarak soğuk ve sıcak hava dengelerini sağlayan hava kanalları, bunların dışında yazın suyun ve toprağın ısınmasından dolayı oluşan buharın, yapının temellerine ve içine girmemesi için tahliye kanalları kullanmış. Buhar tahliye ve rutubet kanalları drenaj kanallarına bağlı olarak uygulamaya konulmuş.
mimar vefat ettiğinde her biri ayrı bir mühendislik harikası olan 84 cami, 53 mescit, 57 medrese, 7 darülkurra, 22 türbe, 17 imaret, 3 darüşşifa, 5 su yolu kemeri, 8 köprü, 20 kervansaray, 35 saray, 8 mahzen, 48 hamam olmak üzere 364 adet ecdat yadigarı eser bıraktı.
Mimar Sinan yapacağı eserin, önce çevresini tanzim eder ve şehircilik anlamında da bir usta olduğunu bu şekilde kanıtlardı. Eserleri özgündü ve birbirinin taklidi de değildi. En önemlisi de çağının ötesinde eserler ortaya çıkardı.
Bugünün teknolojisi bile Sinan’ın yapmış olduğu bazı uygulamaları çözemezken Mimar Sinan’ın daha çok yazıya ve araştırmaya ihtiyacı olduğu muhakkak.
* * *
Bugün etrafınıza şöyle bir bakın ,eskiden bostan olan yerler, meyve yetişen bahçeler yok oluyor, neredeyse topraktan ot yerine beton çıkıyor.
Yine şöyle bir etrafınıza bakın! Tarihi yapıların ve camilerin pervasızca sırtına binmiş, her taraftan gökyüzünü delip geçen binalar göreceksiniz. Ben buna tahammül etmekte zorlanıyorum, hatta edemiyorum.Üzülüyorum.
Para insana itibar kazandırmıyor… Yenmiyor da…
Şimdi ben sormak istiyorum. Acaba büyük mimarın döneminde yaşayanlar mı şanslı idi, yoksa Sinan gibi dehalar yetiştirdiği için ecdadımız ile övünen ve bundan öte bir şey yapmayanlar mı şanslı?
Cevabı size bırakıyorum.
En güzel günler sizlerin olsun.