Orta Asya Türklerinin dini inancında önemli yer tutan, bunun dışında da her konuda danışman ve lider durumunda olan bir Şaman, dua ederken şunları söyler:

“Tanrım, ilk önce dağa taşa ver.

Ormana, hayvanlara, suya ver.

Ondan sonra insanlara,

Kapı komşuya, muhtaç olana ver.

Kalırsa, en son bana ver..."

Derler ki, Hz. Muhammed Kurbanını kestikten sonra Hz. Ayşe’ye teslim eder. O da gerekeni yapar. Akşam olunca Hz. Muhammed sorar:

-“Ya Ayşe, kurbanı ne yaptın?”

Hz. Ayşe, elindeki bir parça eti göstererek:

-“İşte bize bu kaldı. Gerisini dağıttım.” der.

Bunun üzerine Hz. Muhammed şunları söyler:

“-Desene, bizim olmayan bir bu parça kalmış.”

Şimdi de, yaşı 60’ın üstünde gösteren geçmişin o bıçkın delikanlıların çocukluğuna gidelim. Sokak oyunundan ara bulup da eve koşup annenizden elma istediğinizde annenin ilk sorusu şu olurdu: “Kaç kişisiniz?” Ve çocuk sayısınca elma verilirdi.

Sonbaharda bağdan, bahçeden gelen meyveler komşulara dağıtılmadan yerine konulmazdı. Akşam olduğunda çocuklar elde tabaklarla kapı kapı dağıtım yaparlardı. Ayrıca dolu giden bu tabaklar hiç boş gelmezdi.

Düğün, nişan ve sünnetler tüm mahallenin bizzat görev paylaşımı yapıp kendiliğinden ve büyük bir istekle çalıştığı toplu etkinliklerdi. Komşunun neye ihtiyacı olduğu önceden hissedilir, istemeden verilirdi.

O günlerden bu günlere gelmemiz pek de uzun sürmedi. Bırakın paylaşmayı, aynı apartmanda oturup da birbirini tanımayan kişiler haline geldik. Kurbanlar artık etlik niyetine kesiliyor. Çocuklarımız “sokak kültürü nedir”, “birlikte nasıl ve hangi oyunlar oynanır” bilmiyor. Bırakın “hoş geldiniz” deyip el öpmeyi, misafir gelen büyüklerin yanına bile gitmiyorlar. Oysa bir Afrika Kabilesi der ki: “Bir çocuk yetiştirmek, tüm bir köyün işidir.”

Bu zaman ve sistemde, nasıl bir insan nesli türedi ülkemizde, bilmiyorum. Milyonlarca canlı ile birlikte insana dair umutlarımız, geleceğe dair hayallerimiz de artık kül oldu. Öylesine bireyselleştik ki, doların değeri arttığında, cebimizdeki 50 dolar için sevinip ülkenin borcunun arttığını ve ülke olarak fakirleştiğimizi aklımıza bile getirmiyoruz. Ne varlığı paylaşabiliyoruz, ne de yokluğu. Varlıkta yumruklar sıkılı, dışarıya su bile sızmıyor; yoklukta ise eller açık ama ne yazık ki o ellere bir tek yağmur damlası bile düşmüyor.

Öyle bir hale geldik ki, en yakınınıza şöyle doğru düzgün dert bile yanamıyorsunuz. Lafa başlayıp da daha ağzınızdan birkaç sözcük çıkar çıkmaz hemen araya giriyor ve “Ya sorma, geçenlerde bende de aynısı oldu...” diye başlayıp sonra da dakikalarca anlatarak size kendi derdini dinletiyor, sizinki de güme gidiyor. Öyle ki, neredeyse halinize şükredesiniz geliyor.

Niçin böyle olduk? Yıllardır uygulamaya konulan bir planın parçası mıyız, yoksa böylesi işimize geldi de kendimiz mi istedik, doğrusu bilmiyorum. Ama şundan kesinlikle eminim: Bu gidiş, gidiş değil arkadaş. Kendimize gelmenin ve biz olmanın vakti geçiyor.

Belki geç bile kaldık.

DÜŞÜNEN

SÖZLER:

•Bir insanın tek başına mutlu olması utanılacak bir şeydir. A. CAMUS

•Yoksulluğun nedeni yokluk değil, paylaşmayı unutan insanlıktır. ANONİM

•Paylaşacak arkadaşlarınız yok ise; bir şeylere sahip olmanın da zevki yoktur. NEİTZSCHE

•Size gül veren elde her zaman biraz koku kalır. ÇiN ATASÖZÜ

•Eğer tadını bilirseniz, ekmeği paylaşmak ekmekten daha lezzetlidir. Saint-EXUPÉRY

•Dağlara buğday serpin. Müslüman ülkede kuşlar aç kaldı demesinler. Hz. ÖMER

•Ekmek herkese yetecekti aslında. Tarlaya karga dadandı, ambara fare, fırına hırsız, memlekete haram...! Neyzen TEVFİK