Tanrı eksikliklerini göstermesin ama hiç kimseyi de (bazı) özel hastanelerin eline düşürmesin.

Tamam, özel hastaneler, devlet hastanelerine göre daha hijyen.

Tamam, özel hastaneler, devlet hastanelerine göre daha donanımlı da!

‘Da!’ işte, ‘da’…

Bir kez elini vermeye gör; el, kol, gövde ne varsa kaptırıyorsun.

Oranın röntgeni, buranın röntgeni, kanının, idrarının, tükürüğünün tahlili derken çırılçıplak çıkıyorsun hastaneden.

* * *

Geçtiğimiz hafta el testeresi ile tahta keserken, boş bulunup testereyi kaydırınca, hafiften elimi de kestim.

Hemen evimin yakınındaki eczacı arkadaşımın eczanesine gidip, yaramın pansumanı konusunda yardımını istedim.

Eczacı arkadaşım, “Pansuman yaparız ama görünüşe göre dikiş atılsa daha iyi olacak gibi…” deyince; birlikte, Alanya’mızın (adını şimdilik vermek istemediğim) özel hastanelerinden birine gidip; acilden giriş yaptık.

Hastabakıcı, “geçmiş olsun AMCA” deyip, tetanos aşımı olup olmadığımı sordu; ben, “yok” deyince de olmam gerektiğini, ancak aşının da ücretli olduğunu söyledi.

Ücretin önemli olmadığını söyledim, istenen ücreti yatırıp, aşımı oldum.

Daha sonra da “Elimin röntgeninin çekilmesi gerektiğini” söylediler. Yanıma bir hastabakıcı verip, önce vezneye sonra da röntgen odasına gönderdiler.

Röntgen odasında da, “Geçmiş olsun AMCA” hitabıyla karşılanıp, elimin röntgenini çektirdim.

Sonra?

Sonra tekrar acil servisine gidip, elime dikiş atılmasını beklemeye başladım.

Bir süre sonra ortopedist olduğu söyleyen bir doktorumuz geldi, elime baktı; o da “geçmiş olsun AMCA” deyip; o gün hastanede yatmam gerektiğini, ertesi günü ameliyata alacaklarını söyleyince, sinirlendim.

Dedim ki, “Sayın Hocam, basit, sıradan bir kesiğin nesini ameliyat edeceksiniz? Bir dikiş atın ya da hemşirelerinizin birine yönlendirin o atsın dikişi, gideyim. Basit bir dikiş operasyonu için, neden bir gün yatayım?”

Bu çıkışım üzerine, ortopedist olduğu söyleyen doktorumuz, tepeden tırnağa süzdü beni, sonra alaycı bir yüz ifadesiyle, “Dikiş atmak o kadar basit mi AMCA, yatacaksın bir gece…” deyince; o ana kadar dizginlemeye çalıştığım sabır taşım çatladı.

Dedim ki, “Öncelikle bu nasıl bir ifade? Nerden amcanız oluyorum?

Ben de size ‘hocam’ değil de ‘oğlum’ diye mi hitap edeyim? Sonra, basit bir dikiş operasyonu için neden beni bir gün yatırıyorsunuz?” deyip, fırlayıp, kalktım ayağa.

Bu tepkim üzerine, “…Tamam beyefendi, lütfen sinirlenmeyin” dediler.

Doktorun, seslenmesiyle, biri uzman, iki üç stajyer hemşire geldi.

Kesik elime, bırakın ortopedist doktoru, uzman hemşirenin direktifi ve gözetimi altında, stajyer hemşireler dikiş attılar…

Çıktım hastaneden.

Daha doğru bir ifadeyle kurtuldum ellerinden ve de dillerinden.

Eve dönünceye kadar da söylenip durdum.

Özel hastaneler, tam bir soygun düzeni üzerine kurgulanmış durumda.

… …

Bu soygun düzeni bir yana, tıp eğitimi almış koca doktorlar, hemşireler daha hastalarına nasıl hitap edeceğini bilmiyor(lar).

Üzülüyor insan.

Görgü kuralları konusunda, aile içi eğitim düzeyimiz sıfır da; okullarımızdaki eğitim düzeyimiz de sıfır.

Hatta sıfırın da altında

Çocuklarımıza, ilkokuldan başlayarak, lise son sınıfa kadar “görgü dersi” vermek zorundayız.

Çünkü tepeden tırnağa görgüsüzüz…