1916’ da kurulan Nağmeler evi, (Darülelhan, Dar =Ev, Elhan= Farsça, nağme,

ezgi anlamına gelir) Türkiye’deki modern konservatuvarların öncüsü olmuştur.

Osmanlı dönemi geleneksel Türk musikisinde eğitim ve aktarım meşk adı verilen

bir yönteme dayanırdı. Her türlü musiki öğrenimi meşk etmekle hafızalara yüklenirdi.

Padişah 3. Selim’in tambur hocası, besteci İzak Efendiye ait olduğu söylenen meşkle ilgili bir anekdot 250 yıldır dilden dile dolaşır.

Biliyorsunuz, Osmanlı müziğinin zanaatkâr kıskançlığıyla korunan ve notaya alma geleneği oluşmadığından kuşaklar boyunca ustadan çırağa meşk yöntemiyle aktarılan önemli pek çok eseri bu yüzden kaybolmuştur.

İzak Efendinin başyapıtlarından Bayati Peşrevi dönemin müzik çevrelerinde çok konuşulmaktadır. Fakat duyan azdır; ondan başka bilen yoktur.

Derlemeci baba Hamparsum eseri tarihe kaydetmek aşkıyla kıvranmaktadır.

İstekleri, “zordur, uzundur” gerekçesiyle geçiştirilmektedir. Çaresiz kalınca zengin bir dostundan yardım ister. Dostu, İzak Efendiyi konağındaki meşke davet eder.

Eseri çalmasını ister. Yan odada gizlenen Hamparsum, kendi geliştirdiği notasyumla peşrevi kağıda aktarır. Daha sonra ortaya çıkıp, kontrol için bestecisinin önünde icra eder. “Eserimi çaldın” diye haykırır İzak Efendi. Konak sahibince sakinleştirilir.

Ve Bayati peşrevi bu sayede günümüze ulaşır.

LİMONCİYAN, HAMPARSUM (1768/1839)

Ermeni kilisesinde ilahi dersleri veren Hamparsum Efendi, Dede Efendi'den Türk Musikisi öğrenimi görmüştür. Abdulbaki Nasır Dede'nin nota yerine kullandığı işaretlerin yetersizliğini görerek Hamparsum notası adıyla anılan yeni bir nota bulmuştur.. Hamparsum Efendi, notası sayesinde bir çok bestenin kaybolmasının önüne geçmiş ve böylece musikimize paha biçilmez bir hizmette bulunmuştur.

Müzik, duygu ve düşünceleri ifade eden seslerin düzenlenmesi sanatıdır.

Nota da bu seslerin sembolize edilerek yazıya dökülmüş halidir…

991-1033 yılları arasında yaşamış olan Milanolu keşiş Guido D’Arezzo, şiirden yola çıkarak bulduğu ve son halini verdiği, sonrasında Arezzolu Guido'nun Eli olarak anılacak olan notaların anlamları şöyleymiş;

Do: Dominus (yaradan, mutlak), Re: Rerum (madde), Mi: Miraculum (mucize)
Fa: Familias planetarium (gezegenler ailesi/güneş sistemi), Sol: Solis (güneş)
La: Lactea via (samanyolu) Si: Siderae (gökler)

Musiki, madde, mucize, gezegen, güneş, samanyolu, gökler, yüce yaradanın bir anatomisi olarak ilâhi bir senfoni gibi gönül tellerimizi titretip ruhlarımızı yüceltir.

Yahya Kemal Beyatlı üstadın,

“Musiki denilen nutk-u ilâhi, / Engin bir denizdir namütenâhi”

sözleriyle ilâhi bir sonsuzluğu tarif ettiği ve benim de sevdalısı olduğum klasik Türk müziğimizin unutulmaz birkaç şaheseriyle musiki sohbetimize devam edelim.

Sözler Yahya Kemal Beyatlı, beste M. Nurettin Selçuk’a ait Bayati şaheser;

Kalbim yine üzgün seni andım da derinden,

Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden…

Sözler F. Nafiz Çamlıbel, beste Alaeddin Yavaşca, Hicaz şaheser ;

Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok,

Bir yer ki sevenler, sevilenlerden eser yok…

Sözler Recaizade Mahmut Ekrem, beste Şekerci Cemil bey, yine bir Hicaz şaheser;

Bir nigâh et ne olur halime ey gonca dehen, (Nigâh= Bakmak, Dehen=ağız)

Göz göz oldu yüreğim gözlerimin derdinden,

Niye baktım, niye gördüm, niye sevdim seni ben,

Göz göz oldu yüreğim gözlerimin derdinden…

Sözler Siyami Özel’e ve beste Nihat Adlim’e ait çok sevdiğim bir Hüseyni şarkı;

Her seherde sen gelirsin aklıma, / Ufuklar çepçevre ağardığı zaman,

Bilsen, nasıl çarpıyor kalbim, nasıl anlatamam…

Sen karanlık geceleri severdin, simsiyah gözlerin vardı,

Sonra elveda dedin bir gün, bütün ümitlerim karardı… Nasıl anlatamam…