Beni tanıdınız mı?
Aşağıdaki fotoğrafa bir bakın hele...
Tanıdınız mı beni?
Göldüm ben göl...
Meke Gölüydüm. Bu ülkenin nazar boncuğu, bu ülkenin en güzel, en sevimli gölüydüm.
Konya’nın, Karapınar İlçesinde yaşıyordum.
Adımı, sularımın üzerinden hiç eksik olmayan; ben onlara, onlar bana sevdalı meke kuşlarından almıştım.
16 bin hektardım... 12 metreydi derinliğim...
Şimdi... Şimdi tek bir damla bile suyum kalmadı. 20 Eylül 2010 tarihi itibariyle, gözünüzün önünde, çırpına çırpına, bağıra bağıra öldüm.
Yıllardır, hasta yatağımda , “bana yardım edin, ölüyorum...” diye yalvardım size. Hiçbiriniz parmağınızı oynatmadınız, kılınızı bile kıpırdatmadınız.
Siz nasıl insanlarsınız be... nasıl insanlarsınız!!??...
Kaç yaşındaydım ben biliyor musunuz haa... kaç yaşındaydım?
Nereden bileceksiniz!?
Siz ancak Bihter’in donunun markasını bilirsiniz ya da feşmekanca futbolcunun sevgilisinin adını... Sizler, anca böyle şeylere kafa yorar, bunlarla uğraşırsınız.
Nereden bileceksiniz benim nerede doğduğumu, nereli olduğumu, kaç yaşımda olduğumu!?...
Tam 400 milyon yaşındaydım ben... 400 milyon...
tam 400 milyon yıl önce (Pleistosen çağda) volkanik bir patlama sonucu oluşan kraterim (piroklastik koni), zamanla suyla dolarak göle dönüştü... Daha sonra da günümüzden tam 9000 yıl önce, ikinci bir volkanik patlama ile sularımın ortasında ikinci bir volkan konisi oluştu. Zamanla o konim de suyla doldu; bir nazar boncuğu gibi, iç içe halkalı iki göl oldum.
Ben varken, Anadolu dediğiniz bu coğrafya henüz böyle biçimlenmemişti...
Ben varken, Havva Ananız, Adem Babanız da yoktu...
Neleri, kimleri gördüm ben bilir misiniz; kimleri besledim, kimlere kucak açtım, kimlere su verdim, kimleri yudum, yıkadım?...
Hurriler, Mitanniler, Urartular, Sümerler, Asurlular, Hititler, Kassitler, Frigler, Karyalılar, Lidyalılar, Likyalılar, İyonlar, Kimmerler, Keltler, Persler, Romalılar, Selçuklular, Osmanlılar... hepsi... hepsi benim elimin altında büyüdüler.
Benim suyumdan içtiği için, o denli güzel oldu Hitit Prensesi Matanazi?
Makedonya Kralı Büyük İskender’e, ben yol gösterdim.
Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat’a, ata binmeyi ben öğrettim.
Mevlânâ’ya, Yunus Emre’ye, o duygu yüklü şiirleri ben yazdırdım. Ben esin kaynağı oldum onlara...
Doğruya doğru... Yiğidin hakkı yiğide...Onlar, sizlerden, sizin kuşağınızdan çok daha fazla değerimi bildiler... Sizlerden çok daha fazla sevdiler, kolladılar ve sahiplendiler beni..
Evet sizden... Siz Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarından... Siz Türklerden, siz Kürtlerden, siz Lazlardan, Çerkezlerden, Ermenilerden, Araplardan, Alevîlerden, Sünnîlerden, sağcılardan, solculardan, İslamcılardan, kapitalistlerden, sosyalistlerden, millîyetçilerden, muhafazakârlardan... şucularınızdan, bucularınızdan… daha fazla değerimi bildiler.
Bencilliğinizle, ihmalkârlığınızla, iş bilmezliğinizle... göz göre göre öldürdünüz, yok ettiniz beni...
Siz öyle, yok şucu/yok bucu diye birbirinizi yerken; ölen sadece ben değilim, benim gibi nice Meke’ler ölüp, yok olup gidiyor...
Neyinizi bölüşemiyorsunuz anlamıyorum ki!?...
Ne kadar gereksiz ve saçma sapan işlerle uğraşıyor, kendinizi ve dolayısıyla bizleri helak ediyorsunuz, ayırdında mısınız?
Öldüm ben diyorum, öldüm... Anladınız mı, öldüm ben... Beni siz öldürdünüz...
400 milyonluk yaşantım, sizin umursamazlığınız, vurdumduymazlığınız yüzünden sona erdi.
Sizsiniz benim katilim, siz...
Tuz Gölünün de, Manyas’ın da, Hoca Nasrettin’in gölü Akşehir Gölünün de, Beyşehir Gölü’nün de, Burdur Gölü’nün de, Türkiye’nin Maldivi Salda Gölü’nün de katilleri sizlersiniz.
Sizler birbirinizi yerken; aklınızı ve enerjinizi sadece birbirinizi yemeye kullanırken; yok oluyor bu coğrafyanın varlıkları birer birer...
Nasıl insanlarsınız siz ya... ne yaptığınızı, ne halt ettiğinizi sanıyorsunuz?
Bu anlamsız kavgalar, bu anlamsız enerji kayıpları niye?
Neyinizin değerini biliyor da; neyinizi paylaşamıyorsunuz, güldürmeyin beni...
Siz kim, kadir kıymet bilmek kim?
Göz göre göre kurumaya terk ettiğiniz, kurtarmak için kılınızı bile kıpırdatmadığınız göllerinizi mi paylaşamıyorsunuz?
Kendi ellerinizle ateşe verip, yaktığınız ormanlarınızı mı paylaşamıyorsunuz?
Kendi ellerinizle kirlettiğiniz denizlerinizi mi, yoksa oluk oluk zehir akıttığınız ırmaklarınızı mı paylaşamıyorsunuz?
Yağmaladığınız yeraltı ve yerüstü zenginliklerinizi, öldürdüğünüz bitki örtüsünü mü paylaşamıyorsunuz? Haa?... Söyleyin... neyi paylaşamıyorsunuz?
??!!...
Size bir şey söyleyeyim mi, size!?...
Siz bu coğrafyayı da, bu coğrafyada yaşamayı da hak etmiyorsunuz.
Sakın, değişen yaşam koşullarının ve kuraklığın ardına sığınmaya çalışmayın... sakın!...
......
Bakın benim ikiz kardeşim Kanada’da yaşıyor. Tanrı kaderini bana benzetmesin; hım demiş, burnumdan düşmüştür, çok benzeriz birbirimize...
Arada bir haberleşir, dertleşiriz. Anlattığına göre, ona Kanada’da çok iyi bakıyorlarmış, oradaki insanlar, onun kıymetini çok iyi biliyorlarmış. Onu korumak, onu yaşatmak için ellerinden geleni yapıyorlarmış.
Orada yaşayanlar da insan, sizler de öylesiniz!... Ne fark var aranızda?
??!!..
Ben söyleyeyim.
Aranızdaki fark, “kültür farkı”...
O nedenle bizi de, kendinizi de, çevrenizi de perişan ediyorsunuz.
Büyük ozan Nazım Hikmet’in dediği gibi; akrep gibisiniz kardeşim, akrep gibi...
Korkak, yüreksiz, ikiyüzlü ve bencilsiniz...
Yazıklar olsun size, öldürdünüz beni, yok ettiniz.
Öte dünyada, tüm sularımla birlikte yapışacağım yakanıza.
Öldürdünüz beni...
* * *
Yukarıdaki yazı, İbrahim Sediyani (www.ceylanpinari.com) kardeşime ait.
Tabii yazı tıpa tıp böyle değildi. Çok daha uzundu. Özetledim... Özetlerken, yazıda ufak tefek tadilatlar yapmak zorunda kaldım. Yazının özünü bozmamaya özen gösterdim ama tadilat yaparken, elimde olmadan kendi duygularım, kendi tepkilerim de karıştı yazıya.
O nedenle, İbrahim Seyidani kardeşimin affına ve hoşgörüsüne sığınıyorum.
Bu yazıyı, “Başka Meke’ler ölmesin” diye köşeme taşıdım.
Siz de taşıyın, siz de yayın, siz de dağıtın bu yazıyı... Dostlarınıza gönderin... onlar da kendi dostlarına göndersinler.
Sallayalım, silkeleyelim bu insanları.
Başka Meke’lerimiz ölmesin...