Ah benim Türkiye’m…
Ah benim gözü bağlı, kulakları tıkalı, beyni tecritli, düşünebilme yetisi sınırlı saf halkım.
Maden kazalarını kader sanan, daha doğrusu “Maden kazalarını kader sanması için beyinleri yıkanan” saf halkım.
Maden kazaları kader değildir.
İhmaldir.
Maden patronlarının, “Daha fazla kazanç için alması gereken önlemleri almamasının sonucudur.”
Kanıt mı?
Kanıt, gelişmiş ülkelerde bu tür sıklıkta kazaların olmaması.
Ama efendim, Sayın Cumhurbaşkanımız da “kader” diyor.
Der o….
O bir şey mi; daha neler söylüyor, neler!
Bakın ben size gelişmiş bir ülkedeki madenciliği anlatayım da; değerlendirmeyi siz yapın.
* * *
ABD’de geçtiğimiz yüzyılda yapılan bir çalışmaya göre; kömür madenlerinde; kömür madenciliği, sağlık ve güvenlik koşulları çok büyük gelişmeler göstermiştir.
Alınan bu güvenlik önlemlerinin sonucunda; maden ocaklarında yapılan çalışmalarda, verimlilik artmaya devam ederken, ölüm ve yaralanmalarda da çok büyük düşüş olmuştur.
Yani Amerika, “kaderin üzerine” büyük bir çarpı çekmiştir.
Geçmişte madencilerin korkulu rüyası olan metan gazı, kömür tozu patlamaları, göçükler, yangınlar gibi kazalar ve sağlık problemleri önemli ölçüde azalmıştır.
* Madende çıkacak yangınların önlenmesini ve bu yangınlarda hayatta kalmayı sağlayan ürünlerin hazır bulundurulması,
* Metan gazı kontrol işlem ve yöntemleri, yeraltı kömür madenleri için tasarım işlem ve yöntemlerinin bir esasa bağlanması,
* Kazı yapılan yüzeyin kontrolleri için belirlenen patlatma yöntemleri ve yeraltı maden ocaklarında lazer kullanımı ve üstten geçen elektrik hatlarından kaynaklanacak elektrik çarpılmalarının önlenmesi konularını da içeren Ulusal İş Güvenliği ve Sağlık Enstitüsü araştırmalarının katkıları sayesinde yeraltı kömür madenlerinde kaza ve yaralanma sayıları giderek azalmıştır.
Bu gelişmeler, gelişmiş ülkelerdeki maden kazalarının tümünde kazanın her türünü asgariye indirmiştir.
* * *
Demek ki neymiş?
Önlem, önlem, önlem…
Ama efendim, önlem almak beraberinde hatırı sayılır bir maliyet getiriyor.
Haaah, sorun da bu noktada başlıyor işte.
Bu coğrafyada din iman para olduğu için ve de bu coğrafyada insan yaşamının önemi olmadığı için bizim malum bu zatlarımız, tür ölümlere “fıtrat” ya da “kader” diyor.
Ve yine bizim coğrafyamızda bizim malum zatlarımız; bu maliyeti ödememek için hazırladıkları kılıfın adına, “FITRAT ya da KADER” diyor.
Oysa kültür düzeyi yüksek, gelişmiş ülkeler; bu maliyetlere katlanarak, bizim kader dediğimiz kılıfın üzerine koca bir çarpı çekiyorlar.
* * *
Konuya ilişkin bir de öyküm var.
Hele öykümü bir okuyun, birbirimizi daha iyi anlayacağız
… …
Bir çiftçi, fırtınası bol bir tepede bir çiftlik satın almış.
İlk işi de bir yardımcı aramak olmuş.
Ama ne yakınındaki, ne de uzaktaki köylerden hiç kimse onunla çalışmak istemiyormuş.
Çalışmak için başvuranları çiftliğin yerini görünce, çalışmaktan vazgeçiyor; “Burası pek fırtınalıdır, siz de burada oturmaktan vazgeçseniz iyi olur.” deyip, dönüyorlarmış.
Nihayet, çelimsiz, orta yaşlı bir adam işi kabul etmiş.
Çiftlik sahibi, adama “Çiftlik işlerinden anlar mısın?” diye sormuş.
“Sayılır… Fırtına çıktığında da uyuyabilirim.” diye karşılık vermiş adam.
Çiftlik sahibi kendisine, sorumsuzluk ifadesi gelen bu yanıt üzerine duraksamış ama başka bir seçeneği olmadığı için adamı almak zorunda kalmış.
Haftalar geçtikçe, adamın çiftlik işlerini gayet düzgün yürüttüğünü görüp, içi rahatlamış.
İşler tıkır tıkır yürüyormuş çünkü.
Bir gün bir gece yarısı, müthiş bir fırtına uğultusuyla uyanmış.
Öyle şiddetli bir fırtına imiş ki; bina çatırdıyormuş.
Adam yatağından fırlayıp; yardımcısının odasına koşmuş.
“Kalk! Kalksana be adam! Fırtınayı duymuyor musun? Fırtına her şeyi uçurmadan yapabileceklerimizi yapalım!”
Adam, yatağından bile doğrulmadan, mırıldanmış.
“Ben size fırtına çıktığında uyuyabileceğimi söylemiştim. Kalkamam. Bence siz de gidin yatın…” demiş, adam.
Çiftçi, adamının bu rahat ve umursamaz tavrı karşısında çılgına dönmüş. Sabah olur olmaz adamı işten kovmaya karar vermiş.
Ama şimdi fırtınaya bir çare bulması, direnmesi gerekiyormuş ki; hasarı ucuz atlatsın!
Çaresiz şekilde dışarı çıkıp, saman balyalarına koşmuş.
Fakat o da ne?
Saman balyalarının birleştirilip, sıkıca bağlanmış olduğunu, üzerlerinin de muşamba ile örtülmüş olduğunu görmüş.
Ahıra koşmuş.
Bu kez de ineklerin tamamının bahçeden ahıra sokulmuş olduğunu; ahırın kapısının da sıkıca kapatılmış olduğunu görüp, şaşırmış.
Evine yönelmiş.
Evin kepenklerinin tamamının kapatılmış olduğu görüp tümden şaşırmış ama hayli rahatlamış bir halde odasına dönüp, yatağına yatmış.
Fırtına, uğuldamaya devam ediyormuş.
Gülümsemiş…
Gözlerini kapatırken şöyle mırıldanmış; “Fırtına çıktığında uyuyabilirim.”