Bugün 17 Nisan…
Bugün Köy Enstitülerinin Açılışının (17 Nisan 1940) 81. yıl dönümü.
Ne zaman “Köy Enstitüsü” adını duysam; içimi, tarifsiz bir acı, tarifsiz bir hüzün kaplar.
Yüreğim kanar…
… …
Siz de farkında mısınız bilmem; çok sık yazar, çok sık dillendiririm… TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN İKİ KIRILMA NOKTASI VARDIR.
* Kırılma noktasının ilki ve en vahimi; ülke dinamikleri yerli yerine oturmadan; toplumsal olarak, olması gereken eğitim ve bilinç düzeyine erişilmeden; “ÇOK PARTİLİ DÜZENE GEÇİLMESİDİR.”
Bugün olumsuz anlamda ne yaşanıyorsa; yaşanan tüm tatsızlıkların nedeni; Ülke’nin; kültürel olarak hazır olunmadan, “çok partili düzene” geçirilme cehaletidir.
* İkinci kırılma noktası da; Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar eğitim ve hizmet götürme, birlik ve dirlik bilinci sağlama şansı yaratan KÖY ENSTİTÜLERİNİN KAPATILMASIDIR.
Anlamsız bir şekilde yapılan bu iki büyük hata, Ülkemizi hemen her konuda gelişmiş ülkelerin eline avucuna bakar duruma düşürmüştür.
* * *
Oysa Köy Enstitüleri, asırlardır eğitim yüzü görmemiş Anadolu insanlarını eğitmek, derleyip, toparlamak ve ülkeye kazandırmak için olağanüstü büyük bir fırsat, olağanüstü büyük bir şanstı.
Bu şans, vizyonsuz yöneticilerin elinde harcandı gitti.
Bir başka ifadeyle; Köy Enstitüleri, bilinçli ya da bilinçsiz bir güdüyle kapatılarak, ülkeye ihanet edildi.
Dış güçlerin ve toprak ağalarının oyununa gelen, ülkenin çapsız ve vizyonsuz yöneticileri; bu eğitim kurumlarının değerini bilemedi.
Türkiye’nin büyümesi ve gelişmesi karşısında rahatsızlık duyan çevrelerin; isteyip de yapamadığı şeyi, Türk Siyasetinin yüz karası, o günlerin sözde devlet adamları yaptı.
… …
Hasan Ali Yücel'den sonra Milli Eğitim Bakanlığı görevini üstlenen Reşat Şemsettin Sirer, Köy Enstitüleri'ni, Köy Öğretmen Okulları'na dönüştürdü.
Bu isim değişikliği de bu okulları kurtaramadı.
Ve bu güzide okullar,; “Köy Enstitüleri, bizlerden daha donanımlı, daha becerikli vatandaş profili yetiştiriyor. Bu durum kabul edilemez…” diyen Adnan Menderes İktidarı tarafından, 27 Ocak 1954 tarihinde kapatıldı.
Köy Enstitüleri, kapatılmayıp, etkinliğini sürdürebilse; ülke olarak bugün bambaşka bir konumda olurduk.
Ve şu an yaşadığımız kronik sorunların pek çoğu olmazdı.
Tüketen değil, üreten bir toplum olurduk.
Milenyum Çağında hâlâ hurafelerle, yobazlarla, tarikat ve cemaatlerle uğraşmaz; biz de uzayda, koloni kurma çalışmaları yapan ülkeler arasında, yerimizi alırdık.
Ama olmadı, oldurmadılar.
Türk ve Türkiye düşmanı dış güçler ve onların yurtiçindeki uzantısı çapsız ve vizyonsuz Türk(!) yöneticiler, buna izin vermedi.
* * *
Neyse…
Biz şimdi, kendisini ülkesine, ulusuna adamış, hiçbir yolsuzluğa ve ayıplı işlere bulaşmamış dürüst, atılımcı, yenilikçi ve çağdaş kafalı, devlet adamı gibi devlet adamlarının olduğu, 1940’lı yıllara dönelim.
Cumhuriyetin kurulduğu bu ilk yıllarda, okuma yazma oranı, yüzde 5'i bile geçmiyor ve nüfusun yüzde 80'i köylerde yaşıyordu.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun ardından, Anadolu'da, okul ve öğretmen eksikliği konusu gündemdeydi
Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü önderliğinde; Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç'un çabalarıyla köylerde yaşayan ve ilkokul mezunu olan çocukların Köy Enstitüleri'nde eğitim görüp tekrar yaşadıkları köylere dönerek öğretmenlik yapmaları düşünülüp, amaçlandı.
O nedenle Köy Enstitüleri, tren yollarına yakın ve tarıma elverişli 21 bölgede kuruldu.
İşte o bölgeler…
Akçadağ/ Malatya -1940
Akpınar-Ladik/ Samsun – 1940
Aksu/ Antalya -1940
Arifiye/ Sakarya – 1940
Beşikdüzü/ Trabzon – 1940
Cılavuz/ Kars -1940
Çifteler/ Eskişehir – 1939
Dicle/ Diyarbakır – 1944
Düziçi/ Adana – 1940
Erciş/ Van – 1948
Gölköy/ Kastamonu – 1939
Gönen/ Isparta – 1940
Hasanoğlan/ Ankara – 1941
İvriz/ Konya – 1941
Kepirtepe/ Kırklareli – 1939
Kızılçullu/ İzmir – 1939
Ortaklar/ Aydın – 1944
Pamukpınar/ Sivas – 1941
Pazarören/ Kayseri – 1940
Pulur/ Erzurum – 1942
Savaştepe/ Balıkesir – 1940
Bu okullarda eğitim gören öğrenciler; hem örgün eğitim aldı, hem de çağdaş tarım teknikleri konusunda bilgiler edindi.
Böylece tarımda verimliliğin arttırılması planlandı.
Birbirlerinden bağımsız olarak çalışan Köy Enstitüleri'nin her birinin, kendilerine ait tarlaları, bağları, besi hayvanları, arı kovanları ve atölyeleri vardı.
Köy Enstitüleri'nde verilen derslerin yarısı, temel örgün eğitim, diğer yarısı da uygulamalı eğitim konularını kapsıyordu.
Okutulacak dersler: Kültür dersleri, Ziraat dersleri ve Teknik dersler olarak üç şekilde gruplandı.
* Kültür dersleri: Türkçe, Tarih, Coğrafya, Yurttaşlık Bilgisi, Matematik, Fizik, Kimya, Tabiat ve Okul Sağlık Bilgisi, Yabancı Dil, El Yazısı, Resim - İş, Beden Eğitimi ve Ulusal Oyunlar, Müzik, Askerlik, Ev İdaresi ve Çocuk Bakımı, Öğretmenlik Bilgisi, Zirai İşletme Ekonomisi, Kooperatifçilik.
* Ziraat dersleri: Tarla Ziraatı; Bahçe Ziraatı, Sanayi Bitkileri Ziraatı ve Zirai Sanatlar, Zootekni, Kümes Hayvancılığı, Arıcılık ve ipek Böcekçiliği, Balıkçılık ve Mahsulleri.
* Teknik dersler: Demircilik, Nalbantlık, Dülgerlik, Marangozluk, Yapıcılık, Köy Ev ve El Sanatları, Makine ve Motor Kullanma.
* * *
“Eğitim üretim içindir” felsefesiyle; çocuklarımızı eğiten; onlara hayatı, yaşatarak öğreten, hayatı sorgulatarak gerçek yaşama hazırlayan, diğer ülkelerde örneği olmayan okullarımızdı Köy Enstitüleri.
Öğrencilerinin tümü, köy çocuklarıydı…
Herbiri bozkırların kurumuş çalıları, kavrulmuş ekinleri, susuzluktan çatlamış toprakları gibiydiler okula başladıklarında.
Yalın ayaklarıyla, yırtık mintanlarıyla geldiler Gönen’e, Düziçi’ne, Aksu’ya, Çifteler’e, Kepirtepe’ye, Savaştepe’ye…
Asırların yarattığı ezilmişlik, sömürülmüşlük, horlanmışlık; daha da acısı, unutulmuşluğun, ötelenmişliğin, görmezden gelinmişliğin, yok sayılmışlığın yarattığı eziklik vardı üzerlerinde…
Yeni yuvalarında; şefkat gördüler, sevgi gördüler.
Eğitim gördüler.
Teker teker ham demirin işlendiği gibi işlendiler.
İşlendikçe dirildiler, işlendikçe sağaldılar..
Ferhat oldular; yardılar koca İdris Dağını.
Su getirdiler Hasanoğlan’a; akıttılar suyu, gürül gürül…
Eğitildikçe özgüven kazandılar.
Dadaloğlu oldular.
Köroğlu oldular,
Kafa tuttular ülkenin dörtbir yanındaki Bolu Beylerine.
Yıktılar, salladılar ülkenin iliğini sömüren beylerin, ağaların saltanatlarını.
Tolstoy’u, Balzac’ı okudular, koyun güderken.
Mozart’ı, Bethoven’i çaldılar dağ başlarında.
Moliere’i, Sophokles’i sahnelediler.
Saz çaldılar, kaval üflediler, ney üflediler…
Horon teptiler Beşikdüzü’nde, kol kola.
Halay çektiler Yıldızeli’nde türkülerle.
Diz vurdular Ortaklar’da efeler gibi, efelerle birlikte.
Birileri, her gece,
Mehtaba çıkarken Heybeli’de
Onlar, duvar ördüler, çatı çattılar enstitülerinde
Harman yerlerinde yattılar; yıldızlara bakarak yaz geceleri,
Kazma salladılar yorulduk demeden.
Kerpiç döktüler, kerpiç.
Sızlanmadılar hiç.
Yakıştı çünkü nasırlı ellerine, kitap ile çekiç.
Kendi okullarını, kendi binalarını, kendi yollarını, kendi ranzalarını kendileri yaptılar.
Gün oldu, yiyecek yemek, kaynatacak çorba bulamadılar; çevreden buldukları otları, taşları kaynatıp, içtiler.
1940 ve 1946 yılları arası; 15 bin dönüm tarla, tarıma elverişli hale getirildi ve bu tarlalarda üretime başlandı,
750 bin fidan dikildi, 1200 dönüm bağ oluşturuldu,
150 büyük çaplı inşaat, 60 işlik, 210 öğretmen evi, 36 ambar ve depo, 48 ahır ve samanlık, 100 km yol, 16 su deposu, 12 tarım deposu, 20 uygulama okulu ve 12 elektrik santrali yapıldı.
Evet santral.
12 elektrik santralı yaptılar…,
Ve bu 10 yıllık dönemde 17342 öğretmen, 7300 sağlık memuru ve Türk Edebiyatına 57 büyük yazar ve ozan kazandırdı.
Bu öğrencilerin her biri, öğretmenliklerine ek olarak; inşaat teknikeri, elektrik teknikeri, hasta bakıcı, veteriner olarak yetişti.
… …
Bu dirilmeden, bu özgüvenin getirdiği üretimden ve bu üretim biçiminden rahatsız oldu birileri,
Dış güçler korktu onlardan, onların yurt içindeki uzantıları korktu
Beyliklerinin, ağalıklarının, iktidarlarının, geleceğinden korktular.
Bir gün…
Birgün tam başlamışken yurt harmanında imece...
Bir gece…
Evet, ansızın bir gece…
Brütüsler çıktı karanlık inlerinden, sessizce,
Çektiler zehirli hançerlerini,
Vurdular sırtlarından her birini teker teker ve sinsice...
Yarasalar çıktı mağaralarından; halk düşmanları çıktı inlerinden.
Elele verdiler; hep birlikte sülükler gibi çöktüler üstlerine.
Yapıştılar gırtlaklarına, emmeye başladılar.
Emdiler, emdiler, emdiler…
Emdikçe emdiler kanlarını sinsice ve de haince…
Aksırıncaya, tıksırıncaya, patlayıncaya kadar emdiler…
Hem o eğitim ordusunun, hem ülkenin geleceğinin kanını, iliğini emip, sömürdüler.
Yokettiler alınterini, yok ettiler üretme güdüsünü, yok ettiler yurt sevgisini, yok ettiler uygulamalı bilimsel eğitimi…
Daha o günlerden, bugünleri hazırladılar…
… …
Ne zaman Köy Enstitüleri dense;
Bir zamanlar uçak üretip, ihraç edecek teknolojiye erişmiş;
Salgın hastalıklarla boğuşan ülkelere, bedava aşı dağıtacak düzeye ulaşmışken;
Şimdilerde, her konuda Batı’ya muhtaç hale getirilmiş ülkem gelir aklıma…
Zoruma gider, kabullenemem bu durumu…
Ne zaman “Köy Enstitüsü” adını duysam; içimi, tarifsiz bir acı ve hüzün kaplar, yüreğim kanar…
Bu okulları kapatan sözde devlet adamları ve onların günümüzdeki uzantıları gelir gözümün önüne, kahırlanır, kahrederim.
Köy Enstitüleri haritası
Köy Enstitüleri kültürlü insanlar yetiştirdiği için kapatıldı.
Atama yerlerine gidecek Köy Enstitüsü öğretmenleri (1939)…
Köy Enstitülerinden iki güzel anı fotoğrafı…