1950–1980 yılları arası, Türkiye hızlı bir kentleşme sürecine girmişti. Yanılmıyorsam toplumsal yapıyı derinden etkileyen bu süreç, dönemin romanlarına ve hatta Türk sinemasına da yansımıştı. Yazarlar ve senaristler gözlemledikleri değişim ve dönüşümleri farklı yaklaşımlarla eserlerine konu ediyorlardı.

Bu dönemde kentlerin yayılma alanlarının genişlemesi ve nüfuslarının artışıyla ortaya çıkan değişimin en çarpıcı örneğini gecekondular oluşturuyordu. Bu bağlamda yazarların ve senaristlerin en çok üzerinde durduğu olguların başında gecekondu türü yerleşimler geliyordu. Bu noktada en önemli isim Türk sinemasında hayat verdiği karakterle öne çıkan rahmetli Kemal SUNAL idi. Rahmetlinin dönem sinemasında kentleşme ve kentlileşme sürecini konu edinen filmlerde hayat verdiği karakterler bu döneme esprili bir bakış açısı getirerek, ekran karşısındakileri hem güldürüyor, hem de düşündürüyordu.

Sanatsal yaklaşımlar bir yana, kentlere doğru yönelen kitlesel hareketlerin Türkiye’de ivme kazandığı yıllarda, köyden kente ekonomik nedenlerle göç eden nüfusun şehirlere “hücum”unu önlemek de, düzenlemek de mümkün olmadı. Şimdi “kentsel dönüşüm” projeleriyle gecekondulaşan muhitleri “kent”e çevirmeye çalışıyoruz!

Biz de bu dönüşümden nasibimize düşeni aldık. 1977 yılı baharında Turhal'dan İstanbul'a taşınmıştık. O tarihlerde sekiz kişilik bir aileydik. İstanbul'un güzel bir semtinden iki daire satın aldım. Satın aldığım daireler yedi tepeli şehre yazılmış olan şarkılara konu olmuş bir muhitte idi ve karşısında bir vapur iskelesi vardı. Bizim taşındığımız tarihlerde kalkan bir vapur yoktu ama en azından iskelesi vardı ve denizi görebiliyorduk.

Yıllarca ikamet ettiğim bu muhitten, sekiz yıl önce apartman inşaatının yenilenmesinden dolayı taşınmak zorunda kaldık. Aradan geçen 54 senede büyük değişimler oldu. Evimizin bulunduğu semtteki koy dolduruldu. Şimdi şarkılara konu olan vapur iskelesinin olduğu yerde artık bugün bir restaurant var.

Sonuç olarak Türkiye şehirleşmeye direnç göstermek yerine şehirleşmeyi kucaklamıştır. Ancak bu da sosyo-ekonomik birçok sorunu beraberinde getirmiştir. Günümüz Türkiye'si büyük bir değişim ve dönüşüm içerisinde. Artan nüfus beraberinde barınma sorununu ülkemiz gündeminde tutmaya devam ediyor.

“İnsanı az bilmek kadar kuşkulandıran hiçbir şey yoktur, onun için kuşkuyu bilgimizi arttırmakla yenmeye çalışmalıyız, sürekli içimizde taşımakla değil.” Yaklaşık dört yüz yıl önce Francis Bacon “Kuşku Üstüne” isimli denemesine bu sözlerle başlamakta. Günümüzde başta deprem korkusu olmak üzere, şehirleşme korkusu vs. birçok korku ile yaşamak zorunda kalıyoruz. Şehirlerde artan baskı ile bu denli korku baskısı altında yaşayan insanların huzursuz ve saldırgan olması kaçınılmaz. Hemen her şeyden korkan, korkusunu gizlemek için de en küçük bir olayda büyük tepkiler gösteren insanlara dönüştük.

Kısa bir süre önce yaşadığımız sel felaketlerinde ortaya çıkan sonuçlara baktığımızda olayları iyi bir şekilde analiz etmekte fayda var. Planlı ve sürdürebilir kentleşme noktasında başta yerel idareler olmak üzere tüm kurumlarımızın gerekli hassasiyet ve özeni göstermelerinde büyük fayda var.

Unutmayalım doğa bize değil, biz doğaya ayak uydurmak zorundayız.

En güzel günler sizlerin olsun.