Bahçede oturmuş, etrafı seyrederken güneşin ışıkları göz kamaştırıyordu. Birden gökyüzü kararmaya başladı ve bulutlar, oradan oraya koşuşturan insanlar gibi, nereye gideceklerini bilmiyor gibiydi sanki.

Sonradan kararsız olan bulutlar, göz kamaştıran güneş ışıkları arasında şiddetli bir yağmur olarak yere inmeye başladılar. Tuhaf olan, yakıcı güneş ve yağmurun aynı anda varlığıydı. İnsanın inanası gelmiyor ama gözlerimle şahit olmak, ayrı bir güzellik ve duygu karmaşasıydı.

Bunlar yaşanırken, aklıma birden çocukluğumda bu doğa olayını açıklayan büyüklerimizin anlattıkları geliverdi.

Büyüklerimiz, aşırı güneş olup aynı anda yağmur yağdığında, “Tilkiler bar oynuyor,” derlerdi. Anlamı çok da açıklayıcı değil ama onlar da atalarından, ataları kendi atalarından, atalarının atası da kendi atasından duymuşlar.

Kısacası, bir ata anlatmış; aktarıla, aktarıla benim çocukluğuma kadar gelmiş. Ben de kendi çocuklarıma anlattım. İnşallah onlar da kendi çocuklarına anlatırlar da bu hikâye kuşaktan kuşağa geçer.

Bu cümleyi duyduğumdan beri, çocukluğumda tilkilerin nasıl dans ettiklerini hayal eder, gözlerimi kapatarak görmeye çalışırdım. Ama maalesef gözümün önüne getiremez, sinirlenirdim.

Çocukluk işte… Sanki her şey doğru da bir bu kaldı.

Bahçede hâlâ yerimden kımıldamadan oturuyor ve güneş ışığında yağan yağmuru seyretmenin zevkine varıyordum.

Sonradan aklıma geldi: "Ben bunu neden hikâye haline getirmiyorum?" diye ve başladım yazmaya.

İnşallah hikâye halini beğenirsiniz.

Gündüzün içinden gelen o ritmik tıkırtıyı ilk duyduğumda, bir yerlerde yakında düğün var sanmıştım. Hava oldukça sıcak ama sağanak yağışlıydı.

Sonra gözüm, güneş ışığının ve yağan yağmurun engellemesine rağmen çalılıklara ilişti: Tilkiler! Üç taneydiler, belki dört… Kuyrukları yukarı dimdik, aralarında kol kola girmiş dönüp duruyorlar; zamanla inatlaşırcasına bar oynuyorlardı.

Evet, bildiğimiz bar oynuyorlardı. Bar oynamayı bilmesem ne yaptıkları şüphe götürürdü ama ellerinde mendil, uzaktan gelen müziğin ritmiyle sallayıp duruyorlar; ayaklarını da ona göre hareket ettiriyorlardı.

Bölge türkülerini bilen bilir: Zeybeğin, horonun, barın ritminde sadece insanın değil, doğanın da kalbi atar.

Meğer tilkilerin de kalbi atıyormuş da biz bilmiyormuşuz… Bunu da öğrendik çok şükür.

Kendi usullerince tutturmuşlar bir bar havası. Ritmin bir önemi var mı? Belki birisi, uzak köyün terk edilmiş düğün salonundan sızan müziğe kapılmış; belki de biz insanlardan daha önce öğrendiler ritme ayak uydurmayı.

Ne fark eder?

Tilkiler bar oynuyor işte!

Keyfince eğleniyor tilkiler; bırakalım da doyasıyla eğlensinler.

Elbet yorulduklarında, daha doğrusu sıcaklığın ve yağmurun kesilmesiyle, nasıl olsa bitecek oynadıkları bar.

Biz insanlar, doğayı uzaktan izleyip ona akıl biçerken, tilkiler çoktan bizim oyunlarımızı öğrenmiş.

Bizi bizden daha iyi çözmüşler de haberimiz yok.

Belki de bizim unuttuğumuz eski dillerde konuşuyorlar; baş eğmeden, gösterişsiz ama anlamlı hareketlerle anlatıyorlar derin hikâyelerini.

Çünkü tilkinin barı da vardır, tilkinin ağıtı da.

Yağmur yavaşlamaya ve sıcaklık normale dönmeye başladı.

Yani dönüldü başa.

Tilkiler yavaş yavaş ritimlerini düşürmeye ve halayı bozmaya başladılar. Teker teker halaydan koptular.

Halaybaşı, bir baktı ki halayda sadece kendi kalmış… Sağa sola bakarken, elindeki mendili cebine koyup “Başka halaylar…” diyerek gözden kayboldu.

Köyün yaşlıları, bu mevsimde tilkilerin böyle davranmasının uğur sayıldığını söylerdi. “Bahar güzel geçecek,” derdi biri. “Kış mertti, yaz bereketli olur,” derdi öteki.

Ne bilimsel açıklamaya ne de istatistiğe ihtiyaç vardı; tilki oynuyorsa işler yolunda demekti.

Bizse şehirde, cam kuleler arasında, tek başımıza gürültülü ama anlamsız müziklere dans ediyoruz.

Ruh olmayan içimizde ruhsuz adımlar, ezberlenmiş figürler...

Belki de arada bir dönüp bakmalıyız çiçeklerin, yeşilliklerin, kırların sessizliğine.

Belki bir gün, gerçekten tilkilerle bar oynamamız gerekecek.

El ele, kol kola.

Kafamızı eğmeden, toprağı hissederek, kalbimizin ritmiyle...

Çünkü bazı günler, doğa bir köşe yazısı gibi önüne serer hakikati:

Tilkiler bar oynuyorsa, biz hâlâ umut edebiliriz.

Ay, bir incelikle sıkışmış gökte; yıldızlar, sanki biraz içerlemiş gibi titriyordu.

Nihat Haluk2-1Nihat Haluk1-1