Bu uçsuz bucaksız feza boşluğunda bulunan bütün varlıklar, özellikle de üzerinde yaşadığımız, suyunu içtiğimiz, havasını teneffüs ettiğimiz, güneşinde ısındığımız, toprağından gıdalandığımız, velhasıl doğa-tabiat dediğimiz canlısıyla-cansızıyla, taşıyla-toprağıyla, yani mevcudat bilinen bilinmeyen, görünen görünmeyen ne varsa hepsi ama hepsi sırf insanlar için yaratılmıştır
Çünkü insan kainatın en kutsal, en onurlu varlığıdır. Yüce Allah bu varlığı insanın emrine sunarken, birçok sorumlulukları da insana yüklemiştir.
İnsan düşünen, akıl ve mantık sahibidir. Peki, insan kimin için yaratılmıştır? Dünyada geçici, ahirette ebedi mutluluğu elde etsin için insan da sırf ulu Allah cc. hazretleri için yaratılmıştır. Bu anlatılan gerçekler, akıl, mantık, düşünce, vicdan ve izan sahibi her sağlıklı düşünen insanların yakinen bildiği bir husustur.
Ayrıca 1500 senedir bir harfi bile değişmeyen ve değiştirilemeyen ilahi kitabımız Kur’an-ı Kerim’de de önemle vurgulanmış, insanın sorumlulukları tek tek sayılmış, Hz. Muhammed SAV. efendimizin de ilahi denetime tabi söz, fiil ve takrirleri ile de insanların ıttılaına sunulmuştur ve bu kainat insanlara onların vicdanlarına emanet edilmiştir.
Şimdi bu hususları içeren ilahi fermanlardan bazılarını sunalım.
Casiye Suresi 13. Ayet (Kur’an’da 498. sayfada) “Yerde ve gökte ne varsa bu mevcuttan topluca insanlar için yani onlar insanlar için yaratılmış, onların emrine sunulmuştur.”
Azhap Suresi 72. ayetinden: “Ben Azimüşşan olan Allah cc. hazretleri, kainat, varlık emanetini ve onun getirdiği sorumlulukları emanet olarak göklere ve yerlere sundum. Onlar bu sorumluluğun alıtna girmediler. Bu emaneti insanoğlu yüklendi” buyurur.
Ve yine İbrahim Suresi 34. ayet: “Yüce Allah şu dünyada mutlulukla yaşamanız için kendisinden isteyebileceğiniz ve saymakla bitiremeyeceğiniz kadar çok ve çeşitli sayısız nimetleri size ikram etmiştir. Ama insanoğlu maalesef nankördür.”
Zumer Suresinin 31 ve 32. ayetlerinde, Yüce Allah Hz. Muhammed SAV.e hitaben; “Ya Muhammed SAV. Sen de öleceksin, onlar da ölecek. Dünya geçici bir hayattır. Ebedi olan ahirettir. Allah’ın huzurunda mutlaka toplanıp amellerinizin hesabını vereceksiniz. Ayrıca Ulu Allah dünya nimetlerinin iyi kazanılması ve nimetlerden en ileri seviyede yararlanılmasını isteyecek.”
Kasas Suresi 77. ayetinde; “Allah’ın size verdiği bunca nimetlerle sadece dünya değil ebedi olan ahiret yurdu için de hazırlık yapın. Allah sizlere nasıl meccanen bedava bu nimetleri vermişse, siz de insanlarla bunları paylaşın. Yani, infak edin. Hayır yollarına harcayın ve bunların hepsi de ulu Allah’ın varlığı, birliği, eşi ve benzerinin olmadığı mülkün gerçek sahibinin ancak Allah cc. olduğu anlamına gelen iman, itikat, ibadet ve ahlak demek olan, yani kainat insan için insan da Allah için yaratılmış olduğu esasıdır.
Kur’an’ın birçok ayetinde, önce iman, itikat, inanç, sonra ibadet emredilmiştir.
Tin Suresinde; “İnsanı en güzel surette yarattım. (Onu kendim için yarattım)”
“Ben, insanlar ve cinleri sırf beni tanısınlar ve bana iman etsinler, ibadet etsinler için yarattım. Sizden Allah rızık istemiyor. Sadece kendisine iman etmenizi ve ona ibadet etmenizi emrediyor” buyurmuştur. (Zariyat Suresi 55-56-57. ayet)
Bütün bu açıklamalardan sonra esas mesele; İnsanın sorumluluklarının bilincinde olarak yaşamaları, ilahi kanunlara zıt hareketlerde bulunmamaları, tabiatın yaratılış gayesinde kullanılması, fiziki kanunları bozmamaları, nimetlerin kadir ve kıymetini bilerek kullanmaları, doğanın emanetinin bütün insanlara müşterek verildiği ve bunun bilinci ile kullanılması emredilmiştir. Bu hususta karşımıza çıan en önemli sorun; kainatın aslını esasını bozmadan doğaya saygılı bir yaşam tarzı uygulanmalıdır. Bugün bütün fiziki, ruhi ve manevi sıkıntıların ana kaynağı, virüslerin, ebolaların, kenelerin, bela ve musibetlerin temelinde işte bu hususlar yatmaktadır. Küresel ısınma, iklimin bozulması, havanın, suyun, toprağın, yani çevrenin hızla kirletilmesi doğa dengelerini bozmakta, yağmurlar sel gibi yağmakta, sıcaklar cehennem sıcağı gibi etkiemekte, hava, rüzgar, fırtına, afet şeklinde ortaya çıkmaktadır.
Çorum gibi bir yerde hava sıcaklığı gölgede 45 dereceye ulaşırsa, Suudi Arabistan’da 70 dereceye varır. Bu durumda bırakın insanları, bütün canlılar bile yaşayamaz hale geliyor. Bütün bu belaların, musibetlerin ana sebebi ise maalesef insanların şeytanlaşması, kendi elleri ile kendilerini felakete sürüklemeleri, kendi bindikleri dalı kesmeleri, doğanın ilahi dengelerini bozmaları, gelişen fen ve teknolojiyi de kullanarak bu yıkımı hızlandırmalarıdır.
Terazinin dengesi bozulursa doğru ölçüden, hak ve adaletten eser alır mı? Hayır. İşte doğa kendisine yapılan bu ihanetlerin intikamını koronavirüs, ebola, kene vs. gibi sel, yel, aşırı sıcakların yıkımı ile almaktadır. Ama milletler, ülkeler, devletler hala uykuda, gaflette, bütün bunlara rağmen herkes hırs ve tamah ile dünyayı yutmanın peşindedir. Ama dünya kurulalıdan beri dünyayı kimse yutamamış ama dünya kendisini yutmak isteyenleri değirmen taşının buğdayı un ettiği gibi bu insanları öğütmüş ve yutmuştur.
Bu hususta Mevlana Hazretlerinin tespitini de bu yazımda sunacağım.
*
Yüce Allah bütün bu felaketlerin ana sebebinin insanların bizzat kendileri olduğunu, Allah’ın kimseye sebepsiz bela ve musibet vermediğini şu ayetlerle bildiryor:
Rum Suresi 41. Ayet:
“İnsanların fesadı; (doğanın dengelerini bozmaları) nedeni ile karada, denizde, havada düzen bozuldu. Dengeler yerinden oynadı. Bunun doğal sonucu olarak Allah yaptıklarınızın sonucu olarak sizlere bu bela ve musibetlerden çok azını tattırdı. Birçoğunu da Allah affediyor.” (Şura 30 ve Rum 41. sureleri) buyurmakta ve bizleri uyarmaktadır.
*
İnsanların yanılgıya düştükleri bir önemli husus daha vardır. O da şudur; İnsanların çoğu şu yanlışa düşüyorlar: Allah bizi günahlarımızdan dolayı cezalandırmak için bu belaları bizim başımıza musallat ediyor, derler ama bu anlayış ve inanış doğru değildir. Çünkü, elbette ki ulu Allah’ın izni olmadan bir yaprak bile yere düşmez. Ama sonsuz, uçsuz, bucaksız rahmet sahibi olan ulu yaratan aciz olarak yarattığı kuluna niye bela versin. İnsanlar kendi belalarını kendileri bulurlar.
Ne diyor büyüklerimiz; Kula bela gelmez hak yazmayınca, Allah bela yazmaz, kul azmayınca.
Hak kulundan intikamın yine kul ile alır. Bilmeyen ilmi-le dünni bu kul yaptı sanır. Yani, kendi bildiğin dalı kesersen, beni Allah düşürdü diyebilir miyiz? İşte bunun gibi bu izah başımıza gelen bütün belaların açıklanmasında en iyi örnektir.
Bu hussuta yüce Allah bakın ne buyuruyor. Lütfen dikkatli okuyunuz:
“İnsanlar başlarına gelen hoşlanmadıkları bela, kaza ve musibetleri hep Allah’a yüklerler. İsnat ederler, yalanı dillerine dolar, Allah yaptı derler. Eğer Allah günahlarından dolayı insanları cezalandırsaydı, yeryüzünde bir tek canlı bırakmazdı. Fakat, Allah asla sözünden dönmez. Herşeyin önüne bir sınır koymuştur. Eceli gelmeden kimse ölmez. Ecel ne bir saat ileri ve ne de geri alınmaz. Başlarına gelen iyilikleri kendilerinden bilen, başlarına gelen kötülükleri de ulu Allah’a yüklemek isteyenler, onlar cehenneme en önde girecek olanlardır.” (Nahıl suresi, 71-72. ayetler, Sh. 272)
SÜRECEK