Bodrum Yalıkavak’ta yazlığımızdayız. Akşamları yaklaşık 3 kilometrelik inişli çıkışlı yürüyüş yolundayım. Yolun dar bir yerinde yaklaşık 25-30 yaşlarında bir delikanlı
elinde koca bir taşla karşıma çıktı. “Hayırdır delikanlı o taşı bana mı atacaksın?” dedim. “Yok amca yan tarafta birkaç köpek var onlara atacağım, benim buradan çıkmama yardımcı olur musunuz?” dedi. Baktım ki genç köpeklerden bayağı korkmuş, ”Elbette evladım” dedim. Gençle beraber birkaç köpeğin meraklı bakışları
arasında oradan geçtik. Gence, “evladım köpekler senin korktuğunu anladıkları için sana havlıyorlar. Onların derdi sana saldırmak değil, çalılıkların arasında saklanmış yavrularını senden korumak için sana havlıyorlar” dedim. Köpeklere korktuğunu belli etmeden herhangi bir köpek saldırısında yere eğilip bir taş araman onları korkutarak kaçıracaktır” dedim.
Çocukluğumda yaklaşık 10-12 yaşlarımda Osmancık Kara Avcılarıyla beraber Zeytin deresinde avlanırken Zabıt katibi Mustafa Gonca amcanın vurduğu keklik yere düşeceği yerde döne döne havaya doğru çıkmaya başladı. Mustafa amca “Mehmet bu keklik başından saçmayı yedi, ovaya düşecek koşarak git, al bu keklik senin olsun dedi. Ben de kekliği takip ederek dağdan ovaya indim ve kekliği aldım. Birden ovada otlanan davar sürülerini koruyan 7-8 davar köpeği etrafımı sardı.
Çok korktum, yamaçtaki avcılar ve babam korkunç çığlıklarla tüfek atmaya başladılar, bana da “oğlum sakın korkma ve kaçma, hemen bulunduğun yere otur, yerde bulduğun taşları köpeklere at, biz yardıma geliyoruz dediler. Çok korktum ve oturduğum yerdeki koca koca taşları köpeklere atmaya başladım. Köpekler koca taşları öfkeyle ısırarak çevremde dönmeye başladılar. Yaklaşık on, on beş dakika köpeklerle mücadele ettikten sonra yamaçtan inen avcılar ve babam bana sarılarak “aferin Mehmet, eğer korkup kaçmaya çalışsaydın köpekler seni parçalarlardı” dediler. Babam davar sahibi çobanlara “eğer oğluma bir şey olsaydı köpeklerinizin çoğunu vururdum deyince çobanlar “biz de sizleri vururduk, köpekler gece gündüz bizleri ve davarları kurtlardan koruyan cankurtaranlarımız” dediler. İyi ki her iki tarafa da bir şey olmadı da olay tatlıya bağlandı. İşte o günden beri köpeklerden hiç korkmam, hatta onlara karşı sevecen davranırım.
Yıllar önce İstanbul Kozyatağı Kültür Merkezinde Anadolu Aydınlatma Vakfının felsefe konferanslarına giderdim. Konuşmacı eczacı Metin Bobaroğlu müthiş donanımlı bilge bir insandı. Yaklaşık 3 saat süren blok dersleri çoğu kadın yaklaşık 250 kişi izlerdi.
Kader konulu bir dersimizde bir profesör yaklaşık 3 saat tasavvufa dayalı dini öğelerle kaderi anlatmaya çalıştı. Ahmet Bobaroğlu bizlere dönerek “Kadere katkıda bulunmak isteyen arkadaş var mı?” diye sordu. Ben de parmak kaldırarak, “var hocam” dedim. Ben hocamın kader hakkındaki tasavvufi görüşlerine katılmıyorum,
İzniniz olursa kaderi bir dörtlüğümle kısaca özetlemek istiyorum” dedim ve şu dörtlüğümü okudum.
Hayatı geç kavradım, olanı kader sandım,
Olmayanla savaştım, tekâmülde zorlandım,
Kader alında değil, akılda şifrelenmiş,
Ömrüm hazana erdi, yaşadıkça anladım, dedim.
Koca sınıfta iki, üç dakika süren bir alkış tufanı başladı. Bazı arkadaşlar dörtlüğümü bir daha okumamı istediler. Ben de okudum. Kaderi dini ve tasavvufi öğelerle anlatan hocam bana dönerek “bizim üç saatte anlatamadığımız kaderi Mehmet bey bir dörtlükte anlatmış, Mehmet hocamı kutluyorum” dedi.
Sonra Metin beyin babası Ahmet Bobaroğlu şu güzel şiirini okudu.
SEN GÜZELLER GÜZELİ
Herkes fiilini işler, kimseye kötü demem,
Ben güzeli görmüşüm, başka bir şey istemem,
Varımız, yoğumuzdur, bakışı cihan değer,
Dışarda arıyorduk, bizimle imiş meğer.
Her söze aldanmazsın, gönül daim böylesin,
Bilmeyenler konuşur, bilen nasıl söylesin,
Hiçbir şeye benzemez, lezzet değil bu bir haz,
Öyle bir duygudur ki söylesen anlaşılmaz.
Yaşantısı olmadan, söyleyenler ne bilir?
Tarifle anlatılmaz, ancak yaşayan bilir.
Seni sevdim bir kere, ebedi ve ezeli,
Varlığımın özüsün, sen güzeller güzeli…(Ahmet Bobaroğlu)
18 Eylül 2024