Olmaz!

Eşyanın tabiatına aykırı.

İtten post, Amerika’dan dost olmaz.

Olmaz, olamaz.

Hele de Arap’tan…

Arap’a arkanı dönmeye hiç gelmez.

Sözün özü, ne Arap’ın yüzü, ne Amerika’nın şekeri…

Tabii anlayana, anlamak isteyene…

Her iki halk (ve Arap Halklarının oluşturduğu devletlerin tümü) yıllardır, sık sık Türkiye ve Türkler hakkındaki düşünce ve niyetlerini ayan beyan dışa vurur; ancak içimizdeki Araplar(!) ve Amerikalılar(!); bu niyetleri görmezden, bilmezden, duymazdan gelirler.

Oysa “Türk’ün, Türk’ten başka dostu olmadığının” bilincine bir varabilsek; çok büyük mesafeler kat edeceğiz.

Ulu Önder Büyük Atatürk’ün, “tam bağımsızlık” anlayışının özüne bir vakıf olabilsek; açmazlarımızın büyük bölümünü, çözmüş olacağız.

Olacağız olmasına da günümüz siyasetçilerinde(!) o dirayet, o öngörü, o yürek yok.

Çünkü siyasetçilerimiz(!) dürüst değil, samimi değil.

Ne zamandan bu yana?

10 Kasım 1938’den bu yana.

Yaşadığımız tüm açmazların miladı, bu tarih.

Atatürk’ün ölümüyle birlikte girdik bu cendereye.

Atatürk’e diş geçiremeyen Amerika; O’nun ölümüyle birlikte; Türkiye’yi, kendisine muhtaç hale getirmek için;

“…Siz uçak üretmeyin, o gereksiniminizi ben karşılarım… Kapatın uçak fabrikanızı… Ağır sanayiye de bulaşmayın, o konudaki her türlü gereksinimlerinizi de ben karşılarım…

Siz “Ilıman(!) Müslümanlılığın” gereğini yerine getirin. Tarımla uğraşın, ekin, biçin; tarım ülkesi olun…

Teknolojik ve bilimsel araştırmalar sizin işiniz değil; siz yatın kalkın dua edin! Doya doya dininizi(!) yaşayın!

Benim iznim doğrultusunda kullanmanız koşuluyla; silahınızı da, her türlü askeri malzemenizi de ben verir, ben karşılarım.

Bakın Marshall yardımıyla geliyorum. Çocuklarınıza gıda maddelerini de ben veririm. İşte süt tozu, işte peynir!...”

Diye diye yaşamımıza girdi.

Giriş o giriş.

Bir girdi, pir girdi.

Burnunu sokmadığı tek bir işimiz kalmadı.

“Ilıman Müslümanlık” diye bir şeyler uydurup, onlarca cemaat ve tarikatı başımıza bela etti.

Eğitim sistemimizi çökertti.

Feodal Anadolu Türkiye’sini, feodalite belasından kurtarma uğraşı veren, cahil Anadolu halkını hurafelerden arındırıp, yüzlerini bilime döndürmeye çalışan, kendi içinde örnek üretimler yaparak ülke insanına örnek ve yol gösterici olan Köy Eğitim Enstitülerini kapattırıp, onun yerine İmam Hatip Okulları açılmasına vesile oldu.

* * *

Kanımızı, iliğimizi sömüren bu ülke(!); 27 Aralık 1947’de imzalanan “Fulbright Antlaşması” ile oluşturulan eğitim komisyonu kanalıyla, 70 yıldır Türk eğitim sistemini şekillendiriyor.

Gölge Milli Eğitim Bakanlığı gibi hareket eden Fulbright Komisyonu, 4’ü Türk, 4’ü ABD’li 8 üyeden oluşuyor. Herhangi bir anlaşmazlık durumunda ise komisyonun başkanlığını ABD’nin Türkiye’deki Büyükelçisi üstleniyor.

Yani?

Yani Uluslararası Eğitim Değerlendirme Programı (PİSA) sıralamasında, dünyanın en zayıf eğitim sistemlerinden birisi olduğu resmileşen Türk eğitim sistemini, 70 yıldır Amerikalılar kontrol ediyor.

Araştırmacılar, Türkiye’deki tüm eğitim evrelerinin, müfredat ve kitaplarının 1947 yılından bu yana, olmaz olası bu komisyon tarafından saptanıp, belirlendiğini dillendiriliyor.

Destek için değil, köstek için bu komisyonla eğitim yaşamımıza giren ABD, Türkiye için yaşamsal önem taşıyan Köy Eğitim Enstitülerini kapattırarak, gereksinim fazlası İmam Hatipler açtıran hain bir oluşum.

Artık silkinip uyanma ve 1950’li yıllardan bu yana kanımızı emen bu sülüğü, çekip atma zamanımız, geldi ve geçiyor.

Ancak bunu yapmak yürek işi.

Ve ne yazık ki o yürek de bizim siyasetçilerimizde(!) yok.

Bedduamdır. Amerika’nın telkinlerine uyup, Köy Eğitim Enstitülerini kapatarak, ülke insanının aydınlanmasını, eğitilmesini engelleyip, asalaklaşmasına ve terörize olmasına neden olan siyasetçi(!) bozuntuları, dilerim öte dünyada da huzur bulmasınlar.