Yer Lozan...
Tarih, 13 Kasım 1922...
İzmir, 9 Eylül itibariyle (yine) Türklerin…
Ancak Türk ve İngiliz askerleri bu kez İstanbul önlerinde karşı karşıya (teyakkuzda bekliyorlar)...
Savaşın (tekrar)başlaması an meselesi.
Müttefik Devletler; Türkleri, İngiltere’nin öncülüğünde apar topar barış masasına çağırıyorlar... Çağırıyorlar ama İngiltere burnundan hiç kıl aldırmıyor... İngiltere, karşısında hâlâ Mudanya’yı değil de Mondros’u imzalayarak savaştan ağır yenilgiyle çıkmış Türkleri görmek istiyor...
Türklerin elinde iki büyük koz var; ilki 11 Ekim’de imzalanmış Mudanya Anlaşması, diğeri bu ateşkesin kahramanı İsmet Paşa...
İsmet Paşa 13 Kasım’da Lozan’a gittiğinde; kendilerini barış görüşmeleri için oraya davet edenleri göremeyince canı sıkılıyor...
13 Kasım’da toplanacağı söylenen konferans, bir hafta gecikmeli olarak ancak 20 Kasım günü toplanabiliyor...
Fırıldak İngiliz diplomatlar istiyor ki; “Müttefik Devletlerin bu tavrı karşısında Türklerin morali bozulsun; zafer kazanmış havasından çıkıp, bu antlaşmayı, Mondros’un devamı olarak kabul etsinler...”
Bu taktiklerinde bir ölçüde de olsa başarılı da oluyorlar...
… …
Bu arada Türk istihbaratından, İsmet Paşa’ya; toplantının başlama tarihi olan 20 Kasım gününe kadar, “Türkiye dışına kaçmış kimi serseri grupların ve Ermeni çetelerinin, kendisini bir suikastla öldüreceklerine ilişkin” sürekli telgraflar geliyor…
Bu suikast timi arasında Çerkes Ethem ve kardeşi Reşit’in de adı geçiyor... O’nun adamlarıyla İsviçre’ye giriş yaptığı, bir fırsatını bulup İsmet Paşa’yı bir suikast ile öldüreceği bilgisi var İstihbaratın elinde..
İsmet Paşa gelen bu uyarıları önemsemiyor ama Türk İstihbaratı endişeli….
Çünkü Ermeni teröristler, yurt dışında olan Türk yurtseverlere, peş peşe suikastlar düzenliyorlar. Bir Ermeni terörist,Talat Paşa’yı Berlin’de vurup öldürüyor; adam yakalanıyor, ancak Alman Mahkemesi, ilk duruşmada katil Ermeni’yi serbest bırakarak tam bir hukuk katliamı işliyor.
Ardından Cemal Paşa, iki yaveriyle birlikte Tiflis’te yine Ermeniler tarafından öldürülüyor.
Bu olaylar ardı ardına sıralandığında, İsmet Paşa için de kötü niyetli kişilerin devrede olduğuna ve olacağına ilişkin hiç kuşku yok...
İsmet Paşa’nın tüm umursamaz tavırlarına karşın Türk istihbaratı, sürekli İsmet Paşa’yı uyarmaya devam ediyor.
Paşa’nın dışında, heyette bulunan herkes rahatsız…
Oysa Paşa, canını düşünemeyecek kadar müzakerelere yoğunlaşmış durumda.
Ve Paşa, konferans başlamasıyla birlikte; İngilizlerle, ağır bir diplomatik savaşa giriyor.
Her konuda, dişe diş mücadele ediyor İngilizlerle.
Kapitülasyonlar; sınırlar, Fener Rum Patrikhanesi, azınlıklar; boğazlar; tarihin bütün hesapları ortaya dökülüyor tek tek…
39 yaşındaki o genç adam, kürsüden bütün sesiyle haykırıyor:
“Biz burada yenilmiş bir ulusun temsilcileri olarak değil, zafer kazanmış bir ulusun temsilcileri olarak bulunuyoruz. Haklarımızı almadan gitmeyiz!”
Paşa, sömürgeci ve işgalci güçlere karşı bu mücadeleyi verirken; İsviçre Polis Teşkilatı da hem teröristlerle hem de İsmet İnönü ile mücadele ediyor...
Çünkü Paşa, kaldığı otelden konferansa gidip gelirken, arabasına biniyor; arabanın önünde bir Türk bayrağı sallanıyor ve bu bayrak hiç inmiyor.
İsviçre Polisi; “Aman efendim” diyor; “Şu bayrağı bari güvenlik nedeniyle arabaya koymasanız; indirseniz… Malum suikastçılar ortalıkta cirit atıyor, ne olur ne olmaz!”
Paşanın yanıtı kesin oluyor.
“İsmet ölür, o bayrak oradan (yine de) kalkmaz. Bir İsmet ölür, onun yerine bir başka İsmet gelir görevini sürdürür; ama o bayrak oradan asla ve asla inmez!”
* * *
Bilin bunları İsmet Paşa düşmanları.
O, Askeri idadi, Harbiye ve Kurmay Mekteplerini birincilikle bitirmiş bir öğrenciydi.
O, ömrü savaş meydanlarında geçmiş, iki Meydan Muharebesi kazanmış bir askerdi.
O, Fransızca, İngilizce, Almanca konuşabilen bir diplomattı.
O, Gogol ve Geothe’nin eserlerinin tümünü (hem de İngilizce versiyonundan) okumuş bir entelektüeldi.
O, camiye, cenazelere ve törenlere korumasız giden yürekli bir insandı.
Okuyun bunları, bilin ve öğrenin.
Az biraz ahde vefa duygunuz varsa, azıcık vicdanınız varsa; Rahmetliye sallamadan önce bunları düşünün.
Kime çattığınızı, kime sataştığınızı bilin, ona göre sallayın!
İsmet İnönü bu ülkeye ne verdi, siz ne verdiniz?
İsmet İnönü’nün derinliği ne, sizin derinliğiniz ne?
İsmet İnönü’nün çapı, kapasitesi ne, sizin çapınız, kapasiteniz ne?
Tüm dünya, kendini anlatana değil; tarihin anlattığına lider diyor.
Bütün bunları yeniden bir değerlendirin isterseniz…