İhaneti hafife almamak lazım. Ucuza harcanacak bir sözcük değildir. Zira ihanet, içinde bulunduğun yapıya sırtını dönmekten ibaret değildir; aynı anda karşı tarafın ekmeğine yağ sürme becerisidir. İşin acı yanı, ihaneti karşı taraftan değil de dost görünümlü içindekilerden görmektir. Atasözüdür: “Taş uzaktan gelmez.”
Günümüzde siyasetçiler ihaneti öyle ustaca yapıyorlar ki, neredeyse bir üstün başarı gibi pazarlanıyor. Partisini ve arkadaşlarını arkadan hançerleyenler, koltuğa oturunca kahraman ilan ediliyor. Bu, özünden kopmuş yeni tip siyasetçilerde, sadakatin ilke ve ideallere değil, sadece koltuğa duyulan bir saygıdan ibaret olduğunu gösteriyor.
Şu an yaşadığımız tabloya bakar mısınız? CHP’nin İstanbul İl Kongresi “hukuk” denilen bir kılıfla iptal edildi. Belli ki Saray’dan düğmeye basılmıştı. Gerekçesi mi? Mahkeme kararıymış, YSK mührüymüş… Hepsi “adalet tiyatrosunun” farklı sahneleri.
Gelelim asıl sonuca, “zurnanın zırt dediği” yere. Gürsel Tekin, yıllardır içinde bulunduğu partisine sırt çevirerek, iktidarın altın tepside sunduğu makamı kabul etti. Bu durum, düşmanın kurduğu tuzağa düşmek değil; onunla el ele, kol kola sahneye çıkmaktır.
Bir gün torunları Gürsel Tekin’e sorarsa: “Dede, sen hangi mücadelenin kahramanıydın?” Tekin’in vereceği yanıt açık değil mi: “Ben bir davanın değil, koltuğun kahramanıydım.”
Konu ne ilk ne de tekildir. Emperyalizmin yıllardır oynadığı oyunun parçalarıdır. Bir yanda AKP ve MHP eliyle kurumlar lime lime edilirken, diğer yanda CHP’nin içinden çıkan işbirlikçilerle muhalefet felç edilmek isteniyor. Hasılı, “demokrasi” denen şey emperyalizmin kukla tiyatrosuna dönüyor.
CHP tarihine dikkatle bakalım: Ne zaman büyük kitlelerden güç alsa, halkın güvenini kazansa, ABD’nin uyduları harekete geçti. Menderes döneminde baskı üzerine baskılar… Ecevit döneminde suikast girişimleri… 12 Eylül’de partiyi kapatma ve yasaklar… Hepsi aynı senaryonun farklı parçaları. Bugün yaşananlar da farklı değil. Fark yalnızca, ihaneti bu kez içeriden seyrediyor olmamız. Atasözüdür: “Hırsız içerden olunca kilit kâr etmez.”
İbretle seyrediyoruz.
Dahası, işin kara mizah tarafı: Ulusal Kurtuluş Savaşı koşullarında doğan partinin içinden çıkan bazı hainler, emperyalizmin oyununda yan rol oyuncusu olarak görev almak istiyor. Bir zamanlar “hayır” dediği için darbelere, suikastlara maruz kalan parti, şimdi emperyalizmin işbirlikçileri eliyle hizaya sokulmak isteniyor.
Bu devam ederse hiç kuşkunuz olmasın, bir gün CHP’nin genel başkanına da kayyum atanacaktır. Hatta tüzüğü de değiştirirlerse şaşırmayalım. Partinin adını da “Cumhuriyet Kayyum Partisi” koyabilirler. İşte o zaman dikensiz gül bahçesi olur; gel keyfim gel… İktidar da muhalefet de tek elden yönetilir. Haliyle emperyalistlerin keyiften ağzı kulaklarına varır.
Sormak istiyorum: İhanet mi daha ağırdır, yoksa bu ihaneti normalleştiren siyaset düzeni mi? Öyle sanıyorum ki asıl ihanet, halkın gözünün içine baka baka bu ihanet tiyatrosuna hâlâ “demokrasi” diyebilmektir.