KONSER ALANINDA
Sabahın erken saatlerinde Ovacık’tan kalkan kısa toplutaşım aracı fazla hızlı hareket etmeyerek yol üstünde bekleyen yolcuları topluyor, bize de çağıldayan Munzur’u daha yakından izleme olanağı sunuyor.
Yer yer ırmak kenarında suya girip çıkıp serinleyenleri, eski köprüleri görüyoruz. Yol arkadaşım Oya Gündüz Aksu durmadan fotoğraf çekiyor. Göndermeyi unutma, yazılarıma ekleyeceğim diye anımsatıyorum. Söz veriyor. Verdiği sözü tuttu, yazılarımda gördüğümüz yerlerde çekilen fotoğrafların çoğu şair Oya Aksu ve şair Haydar Ünal’ın. Arka ikili koltukta Haydar Ünal ve şair Ömer Öneren dostlar, öne arkaya laf yetiştirerek gidiyoruz Dersim merkeze.
Yöre öyle dağlık ki Munzur boyunca Dersim merkezine kadar giden ve kentin ortasında yeşil-beyaz canlı bir varlığa dönüşen Munzur’un üzerindeki köprülerden karşıya, bir süre donra da geçtiğimiz tarafa sağlı sollu ilerliyoruz. Manzara göz kamaştırıcı. Yetmiş iki yıldır bu doğası ve insanı güzel kente niçin gelmediğime esefleniyorum. Oysa birçok öğrencim kaç kez davet etmişti! Kısmet bugüneymiş.
Dört arkadaş Dersim otogarına indikten sonra kahve ve çay faslına geçiyoruz. Onların otobüsleri saat 13:00’te kalkacak, ben akşam 19:00’da hareket edebileceğim. Başka uygun saatte kalkacak otobüs bulamadım bir gün öncesinden. Onları yolcu ettikten sonra kenti dolaşmaya, konser alanına kadar yürümeye karar verdim. Hazır gıda satan bir esnaftan yolu öğrendim. En fazla on dakikalık bir yürüyüşle müzenin önüne varırsınız, konser setini görürsünüz, diyor. Fazla zamanımı almadı alana ulaşmak.
Müzenin önünde kocaman bir sahne oluşturulmuş, konser verecek grupların sessiz hazırlıkları, müzik aletlerini yerleştirmeleri, birbirleriyle şakalaşarak mola vermeleri ilgi çekici. Birçok genç, hatta çocuk denecek yaşta müzisyenle karşılaştım. Sırtımda çantamla nereden geldiğimi soranlar var. Mersin’den geldim dediğimde şaşırıyor, sesimiz oraya kadar ulaşmış mı diye hayrette kalıyorlar. Mersin yakın, İstanbul’dan gelen dostlar var diyorum. Seviniyorlar. Ülkenin dört bir yanından bu yıl ülkede yaşanan madencilik talanına karşı düzenlenen Munzur Kültür ve Doğa Festivali’nin, dağlarının yağmalanmasına duyarlı ve tepkili insanların Tunceli merkezinde buluşturması gerçekten sevindirici. Umarım vahşi kapitalizm üç kuruşluk maden uğruna Munzur dağını da yutmaz ve suyuna zehir katmaz. Keşke aynı duyarlılık Akbelen’de de yükselseydi ve ağaç kıyımına izin verilmeseydi. Yalnızca Akbelen mi? Ülke dağlarının delik-deşik edilmedik noktası mı kaldı? Doğayı düşünen bir iktidar mı var? Biz tam bağımsızlık türküleri söyleyeduralım, elin oğlu iktidarlarla kurduğu yakın ilişkiler sonunda dağımızı düzlüyor, yeraltı varlığımızı gözlerimizin önünde yüklenmiş gidiyor. Direnenlerimize gözdağı, göz patlatma, kafa kırmaları, Metin öğretmene yapılan gibi can alma izliyor. Bahtı karartılan yurdum seni sevenlerle ne zaman buluşacaksın?
Seyit Rıza Parkı içinde dolaşıyorum, çok büyük bir park değil ama son derece canlı, konserden haberi olanlarla dolu. Munzur nehrini tepeden izliyor, kente hakim bir tepe üzerinde kurulmuş. Görünüm gerçekten muhteşem. Zaten içinden nehir geçen her kent bir başka güzel. Dünya haritasını önünüze koysanız, içinden nehir geçen her kentin diğerlerinden daha kalabalık olduğunu görürsünüz. Su yaşamı değiştiriyor, güzelleştiriyor, can veriyor. Ya İstanbul’um, içinden deniz geçen kentim? Güzelliği göz alan, yedi tepesine dizeler yazılan, Nazım’ın hasreti, O. Veli’nin gözbebeği boğazı bir dizi inciye benzetilen başka kent var mı?
* * *
Konser hazırlıkları devam ederken, düşüncelerimi okumuş gibi, Grup Vardiya’nın solisti genç kızın yüreklere işleyen Kırmançi dilindeki türküsü yükseliyor. Pek bir şey anlamıyorum ama yörede bilinen bir türkü olduğunu kestiriyorum. Ufak ufak halaya duran insanlar birden put kesiliyor, ne ayakları halaya gidiyor, ne dudaklarından tek sözcük çıkıyor. Alan sessizliğe bürünüyor, saygı duruşu sessizliği. Bazılarının ellerinin tersiyle gözlerini sildiği dikkatimi çekiyor. Belli ki acı türkü olarak dile geliyor, tekrar yaşanıyor. Festivalin bu başlangıç bölümü acıları tazeleyerek devam ediyor. Dersimliye gerçekten bir özür borcu var Cumhuriyetin. Cumhuriyet her acısıyla yüzleşmeli, yapılan haksızlıklara, can alma noktasına varan yaşanmışlıklara bir özür borcu ödemeli. Kirli, karanlık, bilindiği halde failleri bulunamayan geçmişle yaşayamayız. Avustralya yönetimi bile yerlilerine/aborijinlere yaptığı zulümle yüzleşti, özür diledi.