yazı rastlantılar değerlendirilerek 6 Kasım da yazılmıştı. Yayınlanması büyük Gazi'nin ölüm yıldönümüne denk gelince, yayınlamayı erteleyip, 10 Kasım'ın anlam ve önemine uygun bir yazı yazmanın daha doğru olacağını düşündüm.
Öyle de yaptım...
Çorum’dan yetişmiş bilim adamları şehrimizde pek tanınmıyor. İçlerinde; medyatik olmadıkları için dünya bilim aleminde tanındıkları kadar, kendi şehirlerinde tanınmayanlar var. Bu yazımız biraz bu gruba girdiğini düşündüğüm iki değerli bilim adamımızla ilgili olacak.
45 gün kadar önce yazdığım, "5 Profesör Çıkaran 14 Öğrencili Lise Sınıfı" başlıklı yazım oldukça ilgi topladı.
O yazı aslında;benim için önemli anılardan alıntılardı.
Çorum’dan ayrılmadan önce Prof.Dr. Mehmet Çapa'ya uğrayıp; “hayali cihan değer” geçmişimizden birini daha birlikte yaşamayı düşündüm.
Prof.Dr. Mehmet Çapa bizden bir yaş küçük, yani Çorum Lisesinden bir sene sonra mezun olmuş, mezuniyet notlarının tamamı 10 olan süper öğrenci.
İstanbul Teknik Üniversitesi, Makina Fakültesinden mezun olduktan sonra, asistan olarak kaldığı fakültede profesörlüğe kadar yükselmiş ve çok sayıda makine mühendisi yetiştirmiş bir kıymet.
Sohbetimiz; Sayın Çapa'nın asistanlığı döneminde Rahmetli Metin Enbiyaoğlu tarafından kurulmuş, Finlandiya'nın "Gözlük Marka" eğeleri üreten firmasından Know how alınmış; eğe fabrikasına kadar geldi.
Fabrikanın ilk ürettiği eğelerde dişlerin dökülüp, erken körelme problemi var. Yeterli bilgiye sahip olmadığı anlaşılan Finlandiyalı firmanın elemanı da Türkiye'de bulunuyor. Mehmet Hoca o zaman asistan "Bana iki eğe verirseniz, kontrol eder yarın getiririm ve tekrar kontrol ederiz!"diyor. Gece eğeleri 300 derecede bir müddet ısıtıp aşırı sertliğini gideriyor. Eğeler de eğe oluyor. Finlandiyalı da ülkesine gidiyor ve bir daha gelmiyor.
Hocamızın daha sonra bir çok başarısı var ama onları konuşmaya pek vaktimiz olamadı. Erken ayrılmak zorunda kaldım.
Eve geldiğimde ilginç bir rastlantı ile karşılaştım.
31 Ekim 2017 tarihli Hürriyet gazetesinin ilk sahifesini Mesude Erşan'ın "Hocaların Cenneti" başlıklı yazısı süslüyordu.
* * *
Mesude Erşan yazısında 101 lise numaralı Prof.Dr. Duran Leblebici ile eşi öğretim üyesi Yıldız Leblebiciyi anlatıyordu.
Bir gün sonra da gazetemiz Çorum Haber'de; karı koca el ele tutuşmuş birbirlerine gülümseyen sempatik fotoğraflarının yanında "Üniversite - Sanayi işbirliğine Leblebici'nin katkısı büyük oldu" başlığının altında "Hemşehrimiz Duran Leblebici, Elektrik Mühendisleri Odası İstanbul Şubesince kendisi ve eşi için düzenlenen 'Saygı Buluşması' etkiliğinde, üniversitede geçirdiği hayatının mutluluklarla dolu olduğunu belirterek, 'Bu mutlulukların taçlandırıldığı gün ise bugün dür'" dediğini okumak da benim için büyük bir mutluluk oldu.
Mehmet Çapa ile görüşmemizde bebeklikleri zamanında süt emzirme olayından dolayı Duran Leblebiciye "Dayı" dediğini anlatmış, gülüşmüştük.
Gazetede Yıldız hanımın "kavgasız, huzurlu" yaşadıklarını anlattığı yazılıyor.
Benim buraya bir şey eklemem gerekiyor. Hocamızın öğrenciliği sırasında da yedi sene hiç bir kavgaya karışmadığının şahidi olarak, kavga bilmediğini söyleyebilirim. Aslında kavga gibi şeylerle uğraşan bir kaç kişi vardı. Onlar da lise ikiye kadar dökülmüş, ayrılmışlardı.
Ortaokulda benim bulunduğum "A" şubesinden başka bir de "B" şubesi vardı. "B" şubesinden birlikte keman dersi almamızdan dolayı Turan Ilgaz'ı tanıyordum. Duran Leblebici'yi Matematik öğretmenimiz Cudi Ege'nin "Öbür sınıfta Duran Leblebici ile Turan Ilgaz var. Onlar Çorum için istikbaldir!" demesi ile gıyaben tanıdım. İkisinin de profesör oluşu; matematik öğretmenimizin hedefi 12'den vurduğunu gösteriyor.
Daha sonra lise dört seneye çıktı ve tek sınıfa düştü. Dört seneyi Duran Leblebici ile birlikte okumakla kalmadık, bazı seneler aynı sırada yan yana oturduk.
Son derece sakin, dengeli, iftihara geçen öğrenciliği vardı.
O zamanlar radyo önemli bir olaydı. Galiba yanlış hatırlamıyorsam lise ikinci sınıfta iken bir radyo yapmıştı. Radyodan dinlenebilecek müzik ve haberleri dinlemiştik.
Bana, unutamadığım bir de iyiliği oldu.
Okulun kültür ve edebiyat kolu başkanlığını üstlenmiş olduğum gibi, ayrıca "BİZ BİZE" isimli okul duvar gazetesi çıkarıyordum. Gazete için arkadaşlarımdan yeterli destek alamadığımdan kendi yazdığım halde bazı yazılara değişik isimler koyuyordum. Kültür ve edebiyat kolu ile ilgilenen öğretmeniz Azmi Genç idi. Kültür ve edebiyat kolu faaliyetlerini iyi götürdüğüm söyleniyordu. Öğretmenimiz de benden çok memnundu. Fakat bir süre sonra bu görev bana ağır gelmeye başladı. Bazı derslerimden kırık notlar almaya başladım. Hocamıza görevi bırakmak istediğimi söylediğimde Duran Leblebici de yanımızdaydı.
Fakat öğretmenimiz Azmi Bey yakamı bırakmak istemiyor, görevi yürütmem için ısrar ediyordu. Duran Leblebici;"Hocam İlhan'ın bu görevi bırakmak istemesini anlayışla karşılayın. Derslerinde zayıflamalar oldu. Sınıfta kalma gibi bir risk olabilir.!"dedi.
Böyle çıkışları az görülürdü ama bu çıkışıyla beni Azmi Bey'in elinden kurtardı. Minnettarım!
ÇEKVA'nın kuruluşunda da birlikteydik. Öğrencilere güzel bir konuşması oldu. Ben de konuşmasını yaparken yanında oturuyordum.
Konuşması bitince söz istedim ve öğrencilere;
"Ben liseden sonra okumadım. Hocamız size hitap ederken lise öğrenciliği dönemimizde yan yana oturduğumuzu anımsadım ve çok keyif aldım. ÖNERİRİM!" dedim. Uzunca bir sessizlik oldu. Sonra bir alkış koptu. Daha sonra birlikte çok güldük. "Ne adamsın? Bir önerdin, işi bitirdin ama yazmakla bitmeyecek şeyler söylemiş oldun" dedi.
* * *
Gençlerimize yararlı olur diye bunları yazıyorum.
Devamı sıkıcı olabilir. Köşemizin de kapasitesini zorlamış oluruz.
Prof.Dr. Sadık Kakaç hocamızdan gelen gazetemizde de yayınlanan e-mailden bir alıntı yaparak yazımızı sonlandıralım:
"İlhan bey kardeşim, çok şanslı idik, çok güzel günlerdi, elektrik yoktu, petrol lambası ile derslerimi yapardım, çok mutlu günlerdi."
Sevgili gençler. Buraya dikkat edin! Petrol lambası ile ders çalışmayı, şans sayabilmek; insana dünya çapında profesör olmanın yolunu açabiliyor.
Hürriyet gazetesinde Prof.Dr. Duran Leblebici ile eşi öğretim üyesi Yıldız Leblebici'nin Çınarcıkta kendilerine kurdukları dünyanın sadeliğinin getirdiği mutluluk övgüye değer olduğu kadar örnek alınacak bir olaydır.
* * *
Bende çok şanslı ve mutlu bir insanım. Çok meşakkatli meslekleri yapıp 63 yıl faal hizmet vermiş, senelerce günde bin beş yüz ton ürün ürettikten sonra bugün;"Geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer" denilebilecek şeylere tanık olmuş, onları yaşamışım. Onları yazıp siz değerli okuyucularım ile paylaşmak şansların en güzeli değildir de nedir?
Hamd olsun Allah'ıma...
En güzel günler sizlerin olsun.