Maddenin üç hâli vardır: Katı, sıvı ve gaz. Bir de Türkiye’de yaşayan vatandaşın markete gidince tanıştığı dördüncü hâl: “Cüzdanın buhar olma hâli.”

Her ay açıklanan enflasyon verileri, artık fizik biliminin konusu olmaktan çıkıp kara mizahın merkezine yerleşti. TÜİK başka bir evrenin enflasyonunu ölçüyor, ENAG bu evrendeki acı gerçekliği yakalıyor, sokaktaki vatandaş ise başı dönmüş hâlde hangi gezegende yaşadığını anlamaya çalışıyor. Ülkenin ekonomik atmosferi öyle bir noktaya geldi ki fizikçiler bile maddenin hâllerini güncellemek zorunda kalabilir: Katı enflasyon, sıvı enflasyon, gaz enflasyon ve enflasyonun “siyasi irade hâli.”

Katı madde nasıl bastırıldığında şeklini kolay kolay değiştirmezse, TÜİK’in enflasyon rakamları da hayatın gerçekleri üzerine ne kadar baskı yaparsanız yapın kıpırdamıyor. Market fiyatları çığırından çıkıyor, faturalar büyüyor, kiralar tavanı delip stratosfere çıkıyor ama TÜİK rakamları hâlâ “soğuk bir kaya gibi” yerli yerinde duruyor.

Sanki laboratuvarda değil, bir politik tasarım atölyesinde hazırlanmış gibiler:

Ülke yanıyor 0.6, alım gücü eriyor 0.8, vatandaş isyan ediyor 0.9

Rakamların bu katı hâli, gerçek hayatla o kadar uyumsuz ki fizik kuralları bile utanıyor:
“Bu kadar baskı altında ben bile form değiştirirdim, bu rakamlar nasıl değişmiyor?”

Sıvılar akar… Akarken bulunduğu kabın şeklini alır… Ülkenin gerçeği de tam olarak böyle akıyor: pazara gidince, faturayı görünce, maaş elinize geçince.

ENAG’ın ölçtüğü enflasyon, tıpkı sıvı gibi hayatın fay hatlarından süzülüp geliyor.
Kimse laboratuvarla gerçeği karıştırmıyor. Çarşıda domates 40 liraysa, vatandaş ENAG’ın rakamına bakınca “Ha, işte bu!” diyor. Çünkü sıvı gerçektir; tutarsın, hissedersin, kaçırırsan da yanarsın.

TÜİK’in katı hâline göre fazla “kaygan” olduğu için iktidar pek hoşlanmıyor. Gerçek, ellerine yapışıyor.

Gaz hâlinde maddeler görünmez; dağılır, genişler, şekilsizdir. Ekonomideki açıklamalar da tam olarak böyle: Hedefler havaya atılıyor, bantlar gökyüzünde dalgalanıyor, tahminler rüzgârın yönüne göre şekil değiştiriyor.

Bir ay “Bu yıl düşecek” deniyor. Ertesi ay “Biraz ertelendi” deniyor. Sonraki ay “Koşullar uygun olursa düşebilir” deniyor. Ardından koşullar değişiyor: “Tahminler revize edildi.”

Bir süre sonra açıklama tamamen gazlaşıyor: “Önümüzdeki dönem daha sıkı bir duruşla daha iyi bir noktaya geleceğiz.”

Neresi? Ne zaman? Hangi evrende? Bilim insanları bile şaşkın; çaresi yok.

Bu gaz hâli o kadar yayılıyor ki ekonomik atmosfer artık sisli bir tarlaya dönüştü. Kimse önünü göremiyor.

Kimi bu süreçte sabır taşı gibi sertleşti, kimi su gibi akıp çaresizliğe karıştı, kimi de gaz gibi uçup gitti: Tüketici kredi borçları, icra dosyaları, eriyen maaşlar, çöken alım gücü…

Bugün sokakta herkes aynı soruyla yüzleşiyor: “Bu kadar enflasyon içinde ben nasıl hâl değiştireceğim?”

Gelir katılaşmıyor, gider sıvı gibi akıyor, fiyatlar gaz gibi yükseliyor. Vatandaş plazma hâline geçmiş durumda; dokunsan yanacak.

Ekonomide bir başarı arıyorsanız, tek başarı “sabır taşı”nın hâlâ patlamaya direnmesi olabilir.

Dışarıdan bakan biri “Bu tablo yönetilebiliyor mu?” diye sorarsa yanıt aslında çok basit: “Yönetilmiyor, tasarlanıyor.” Nasıl ki masalların kahramanları hiç yaralanmaz, burada da rakamlar hiçbir yara almıyor. Acıyı yalnızca halk hissediyor.

Bu sistemde ne IMF var ne de dış müdahale; bunun adı sade suya tirit bir ekonomi değil, kendi kendine işleyen bir gerçeklik.

Sorunun en can alıcı tarafı şudur: Gerçeklik ne kadar bozulursa bozulsun rakamlar hâlâ katı… Vatandaş hâlâ sıvıUmutlar ise çoktan gaz olup uçmuş durumdadır.