Ben kitapları çok severim. Benim için kitap edebiyatla yaşamı birbirine bağlamak, edebiyatı yaşamın hizmetinde görmek demek.
Kitaplar insanın duygularının, düşüncelerinin ve davranışlarının sınırlarını bana anlatır. Okuduğumda eserin amacını anlamak ve bu amacı değerlendirmek, harika bir duygu ve öğrenimdir benim için. (Bu eylemlerimin edebiyattaki karşılığı eleştiri yapmak. Eleştiri sözcüğü Yunanca yargılamak anlamına gelen kritikos' dan türemiştir.) Benim için kitap okumamak, eleştiriyi takip etmemek, kendi toplumumdan ve dünyadan kopmuş olmak anlamına geliyor.
Bu günlerde elimdeki kitabım Dostoyevskiy’nin “Budala- ideot” adlı eseri. Bir kitaba başlarken ilk yaptığım şey yazarın hayatına kısa bir gezintiye çıkmaktır. Tanımadığınız bir insanın evine gitmek gibidir yaşamını bilmediğim bir yazarın eserini okumak. Dostoyevskiy’nin Babası Mihail Andreeviç Yoksullar Hastanesi'nde çalışan eski bir ordu cerrahı, annesi Maria Fyodorovna tüccar bir ailedendir. Dostoyevskiy, yaşamının ilk onaltı yılını hastane lojmanında geçirmiştir. Çocukluk yıllarından itibaren en yakın arkadaşı, ondan bir yaş daha büyük olan ağabeyi Mihail'dir. Yazarın çocukluğunda kardeşi Mihail Mihayloviç Dostoyevski dışında hiç arkadaşı olmaz. Babaları Mihail Andreyeviç Dostoyevski, çocuklarına hastanenin bahçesinde dolaşan hastalarla konuşmalarını dahi yasaklar. Dostoyevski‟nin çocukluk yılları boyunca arkadaşsız kalması, ilişkilerinde sürekli titiz, kıskanç ve duygusal oluşu eserlerine de yansır. Mütevazı gelirine rağmen baba, oğullarını Moskova'nın en iyi yatılı okullarından birinde okutur. Aldığı eğitimin niteliğini eserlerinde damla damla hissetmek bu bilgiden sonra şaşırtmadı beni.
Dostoyevski ailesinde hayat, Dr. Dostoyevski’nin günlük rutini çevresinde düzenlenmiştir. Herkes sabah altıda kalkıyor, Dr. Dostoyevski hastaneye gittiğinde çocuklar da derslerinin başına geçiyorlardı. Çocuklar okumayı, neredeyse yürümekle aynı zamanda öğrenmişlerdi. Dr. Dostoyevski eve saat on iki civarında dönüyor, aile hep birlikte öğle yemeklerini yiyordu. Akşamlar genellikle salonda geçiriliyor, zaman zaman Dr. Dostoyevski çocuklarına bir şeyler okuyordu. Aile akşam yemeğini dokuzda yiyor, çocuklar yemekten sonra dua edip yatmaya gidiyorlardı. Havanın yumuşak olduğu zamanlarda aile akşamüstleri yürüyüşe çıkardı. Bu yürüyüşler yine babanın denetimi altında yapılır ve herhangi bir aşırı hareket sergilemek tamamen yasaktır. Ailenin hayatında, disiplinin ve çok çalışmanın önemi sık sık tekrar edilmektedir. Bu kadar otoriter bir babanın varlığının bir çocuğun hayatındaki yaraları tahmin etmek zor değil. Dostoyevski‟nin gençlik yıllarındaki en önemli şeyin babasına karşı hissettiği çelişkili duygular olduğunu söyleyecektir. Sevmek ve nefret arasında savrulan duygulardır bunlar.
Kardeşlerin edebiyata karşı ilgileri daha küçük yaşta kendini gösterir Mihail Andreeviç, oğullarını St. Petesburg Askeri Mühendislik Okulu'na yazdırmak ister. Sağlık raporu alamayan ağabey başka bir şehirdeki okula kaydolmak zorunda kalır. Bu kardeşlerin ilk ayrılığıdır. Aralarında yoğun bir yazışma başlar. Bence duygularını tanımayı ve aktarmayı abisine yazdığı bu mektuplarla keşfetmiş olmalı.
Romanlarının tümünde, ailesinin çektiği sıkıntıların ve tanık oldukları yoksulluğun etkisi görülebilir. Çok çalkantılı geçmiştir Dostovyevski’nin hayatı. 17 yaşında askeri akademiye girmiş ama oradaki katı disipline uyamayıp ayrılmış, Norodniklerin siyasi görüşlerini benimsemiş, 1849’da idama mahkûm edilmiş ve tam idam sehpasında öğrenmiştir cezasının sürgüne çevrildiğini. Bu bilgiyi bilmeseydim Budala romanında idam mahkumunun duygu durumunun detaylı tasvirine anlam veremezdim. Şimdi anlıyorum ki yazarın bizatihi duygularıdır.
Ölümün kıyısından dönen ve Sibirya’daki sürgün yaşantısında zor günler geçiren Dostovyevski’nin siyasi görüşlerinin temelden farklılaştığını söyleyebiliriz. Dostoyevski’nin 1868’de yazdığı Budala eseri, kendisi de sara hastası olan yazarın, bir bakıma Prens Mişkin üzerinden anlattığı anılarıdır. Bu bağlamda roman otobiyografik bir özellik gösterir. Kişiliğini derinden etkileyen epilepsi nöbetlerinin sıklaşması da bu tarihte başlar. Bu bilgiden sonra Budala romanının ana karakteri Prens Mişkin’in epilepsi hastası olması çok da şaşırtıcı gelmese gerek. Artık mistik bir dünya görüşü egemendir Dostovyevski’nin metinlerinde. Zaten Budala romanı olgunluk dönemi eseridir yazarın.
Sürgün dönüşü; aşkları, evlilikleri, Avrupa seyahatleri, kumar tutkusu ve geçim sıkıntıları, Turgenyef’le olan çekişmeleriyle geçirdi ömrünü bu büyük yazar. Çoğu kitabını yayıncılardan aldığı “kaporalar” nedeniyle çok kısa sürelerde tamamladı ve bugün dünyanın en çok satan yazarları arasında olan Dostovyevski, 1881 yılında geçim sıkıntıları içinde hayata veda etti.
“Budala” romanı ilk olarak 1868 yılı tarihli Rus Gazetesinde (Russkiy Vestnik) yayımlanmıştır. Roman, uzunca bir süre yaşadığı Almanya, İsviçre ve İtalya’da yazılmıştır.
“Budala” romanını Dostoyevski eserleri arasında ayrı bir yere koyma isteğim bence doğru. Çünkü okuduğum diğer kitaplarında asi ve hep trajik boyutlu kahramanlara rastladım ama Budala bu yönüyle bile çok özel.
Budala’nın kahramanı Prens Mişkin topluma uyum ve uzlaşma getirmeyi kendine görev edinen, yazarın kendi deyimiyle “her yönüyle olumlu, mükemmel” biridir. Bakmayın adının budala olduğuna okurken düşündürecek hep sizi, kim budala kim değil? Toplum tarafından budala olarak ilan edilen” Prens Mişkin gibi kişilerin, kendilerini aşağılayanlardan “akıl ve gönül” olarak üstün olduğunu hayretle fark edeceksiniz.
Prens etrafını saran kötülük ve zorbalığı, çıkarcılığı ve gaddarca tutkuları kendi örneği ile yok edebileceğine inanır. Herkesin esas akılla (yani kalple) yaşamaya başladıktan sonra cenneti keşfedeceğine inanır. Prensin romanın diğer kahramanları üzerinde olumlu etkisini çok sevdim. Okuyunca siz de seveceksiniz bu etkiyi.
Prens Mişkin, kapitalist dünyanın tüm çirkinliklerine ve kötülüklerine karşı saf karakteri, manevi zenginliği ve aşkıyla karşı koymaya çalışır. Ötekileştirilen bireyler, ruhsal derinliğe yönelerek erdeme ulaşmanın yollarını ararlar. Toplumun kötü insanlarının hakaretlerine, küçümsemelerine maruz kalırlar. Gittikleri her yerden kovulurlar ve en yakınlarının duygusal / ekonomik sömürülerine uğrarlar. Tüm bunlara rağmen dürüstlüklerinden vazgeçmezler.
Eser, bu dünyada iyi bir insan olmak olası mıdır, yoksa iyi olmak demek budalalık demek midir sorgulaması üzerine kurulmuştur. Dostoyevski eserinde “tam anlamıyla mükemmel insanı” anlatmayı amaçlamıştır. Dostoyevski bu romanda, saralı bir adamın dürüst ve açık biri olarak yaşamasının ne kadar zor olduğunu ve aynı zamanda o dönemin toplumundaki insanların ne derece ikiyüzlü bir şekilde yaşamlarını sürdürdüklerini göstermeye çalışmıştır. Romanda aslında verilmek istenen mesaj ise “böyle bir dünyada dürüst olmak budala olmaktır.” Mişkin’in sorunu da budala olması değil, başkaları üzerindeki dürüstlüğün feci etkilerinin farkında olmamasıydı.
Yazımı Dostoyevski bitirsin:
“İnsan ruhuna bakmak, insanı tanımak için yüce fikirler karşısında susuşuna, konuşmasına, ağlamasına değil gülüşüne bakın. Dolu dolu gülüyorsa iyi bir adamdır.”