Bundan tam altı yıl önce Londra’da yayınlanan Açık Gazete’de, o günkü durumu yansıtan bir yazı yazmıştım. Bu yazı birden önüme çıkınca hemen okudum ve ülkemde hiçbir şeyin değişmemiş olduğunu fark ettim.
Eski tas, eski hamam. 
Sadece bazı tellaklar  devre dışı kalmış …
Buyurun siz de bir göz atın isterseniz.
*
Dokuzuncu Cumhurbaşkanı rahmetli Süleyman Demirel’in “Demokrasilerde çare tükenmez” sözü, bu dönemde ve ilk defa tedavülden kalktı.
Gerçi 13 yılda çokça ilk’leri yaşadık ya…
Demokrasiler kurallar rejimi.
Oysa kural bizde galiba “kral” gibi algılandı.
Kadim başbakan, bugünün Cumhurbaşkanı Erdoğan, demokratik kurallara aldırış etmedi.
Teamüllere, geleneklere, uzlaşmalara, ortak noktalarda buluşmalara hiç yanaşmadı.
Hoşgörü kelimesiyle tanışmadı.
Kendini bir başkasının yerine koymayı (empati) beceremedi.
“Hazmetme”nin ne anlama geldiğini fark edemedi.
En önemlisi, rakip siyasi partileri “parti” gibi değil, dernek gibi algıladı.
Kendi partisini ise “kapıkulu” askerleri telakki etti.
Demokrasilerdeki kuvvetler ayrılığının ne anlama geldiğini çözemedi.
Meclisi, yargıyı ve denetlenmeyi içine sindiremedi.
Her marifetini Başbakan iken göstermeye çalıştı ama Cumhurbaşkanı olduktan sonra “kabak çiçeği” misali öylesine açıldı ki…
Halk tarafından seçilmesi onun için “milat” oldu denebilir.
“Madem ki halk, yani cumhur çoğunlukla beni seçti, ben hem Cumhurbaşkanıyım ve hem de her şeyin başıyım” dedi.
Yani “tek adam” lığını ilan etti.
7 Haziran 2015 tarihine gelince Erdoğan’a başka haller musallat oldu.
AKP’nin lideri gibi yollara düştü, seçim öncesi gezilerde “beni başkan seçebilmeniz için 400 milletvekilini meclise göndereceksiniz” diye seçmenine dayattı.
Baktı işler iyiye gitmiyor, sayıyı 300 ‘e indirdi. Yani “ revize” etti.
Sandıklar açılınca işlerin sarp sardığını gördü.
Gördü ve başka bir gezegene şoklanmış gibi hissetti kendini.
“Bu seçimi nasıl kaybederim” diye öylesine üzüldü ki…
Ama çaresi vardı ona göre.
Madem halk seçmişti onu, halk adına karar verebilirdi. 
Halka tekrar gidebilirdi.
Halka gitmek için demokrasiye uymak gerekmezdi.
Tam da bu noktada yine demokrasiyle bağlarını bilmem kaçıncı kez kopardı.
“Demokrasilerde çare tükenir, bende tükenmez” diyerek yola koyuldu.
1 Kasım’da seçimlerin tekrarlanmasına karar verdi.
Halka rağmen, seçilmişlere rağmen, partilere rağmen.
“Yönetimin, ülkenin ve de Türkiye’nin çaresi benim” dedi yani.
Bugüne gelinceye kadar rakiplerini hep küçümsedi, aşağıladı, yerden yere vurdu ve “tek adam” rolünü pek sevdi.
Bir de oğlu Bilal’i çok sevdi.
Para saymasını bile beceremiyordu.
Hele “para sıfırlamasından” hiç anlamıyordu Bilal.
Onun için çok sevdi.
Demokrasiden de çok...