Yunan Düşünür Platon (M.Ö. 427 - M.Ö. 347) demokrasiyi, kendine özgü anlatım diliyle şöyle açıklar:

“Demokrasinin en temel ilkesi, halkın egemenliği olması ilkesidir. Ancak toplumun, kendisini yönetecekler konusunda doğru ve sağlıklı bir seçim yapabilmesi için (yani demokrasinin halkın egemenliği olarak kalması için); o halkın iyi eğitim görmüş olması şarttır. Eğer seçmenler, iyi eğitim almış kişilerden oluşmamışsa; demokrasi, ‘OTOKRASİ’ye’, yani tek bir kişinin mutlak ve sınırsız biçimde iktidarı elinde tuttuğu siyasal bir sisteme evrilir.

Eğitimsiz ve cahil halk; kendisinin ve inançlarının övülmesini, pohpohlanmasını sever.

Onun için dilbaz halk avcıları (yani demagoglar) bir ülkeyi yönetme konusunda bilgisiz, yetersiz, yeteneksiz ve beceriksiz olsalar bile dilleriyle seçmeni ikna edip (ki buna ‘kandırmak’ demek daha doğru olur) iktidarı ele geçirebilirler.

Oy toplamasını bilen herkesin, devleti idare edebileceği sanılır.

Oysa demokrasi de, devlet yönetimi de bir eğitim işidir.

Eğitimsiz kitlelerle demokrasiye geçilirse ya da eğitimsiz, cahil kişilerin oyları seçimi etkileyecek düzeyde olursa; OLİGARŞİ; yani az sayıda bir çıkar grubunun iktidarı elinde bulundurduğu bir düzen oluşur.

Böyle bir düzen, halk avcılarını (demagogları) türetir.

Halk avcıları da diktatörleri üretir.”

… …

Tanımlamanın güzelliğine ve tutarlılığına bakar mısınız; Yunan Düşünür, o günlerden, bugünleri görmüş; bu günleri o günlerde anlatmış sanki.

* * *

Yıllardır biz de söylüyor, biz de dillendiriyoruz.

Demokrasinin, demokrasi olabilmesi için öncelikle bu sistem içinde yer alan halkın belli bir kültür, belli bir bilinç düzeyinde olması gerekir.

Aksi halde demokrasi; demokrasiyi, ‘demokrasi gibi kullanmayı beceremeyenlerin elinde ve dilinde’, tek adam rejimine dönüşür.

Böyle bir düzende de demokrasinin esamisi okunmaz; tek adam ne derse o olur.

Hal böyle olunca da ne hukuk kalır, ne adalet.

Yaşıyor / yaşatılıyor ve görüyoruz.

* * *

Bir topluma gerçek anlamda demokrasinin yerleşmesi; ancak ve ancak o toplumun bireylerinin; demokrasinin tüm kurallarını özümsemesi ve bu kurallara saygı göstermesiyle mümkündür.

Bu da ancak çağ dışı kafaların, çağdaşlaşmasıyla mümkün olabilir.

Oysa diğer İslam ülkelerinin halkları gibi bizim halkımız da henüz bu düzeye erişmiş değildir.

* * *

Biz, eğitim düzeyi, “ortalama 3,5 eğitim yılı” olan bir toplumuz.

Sonuç?

Sonuç, içinde bulunduğumuz açmazlar.

Yaşadığımız düzeni, demokrasi sana sana(!) bugünlere geldik.

Çünkü eğitim düzeyimiz, dolayısıyla algılama düzeyimiz bu…

Eğitim düzeyimiz bu olunca; seçimler(!), seçim değil, ‘seçtirim’ oluyor.

Birileri kimi ya da kimleri isterse; onları seçtiriyor bize; biz de seçtiğimizi sanıyoruz.

Yani?

Yani biz seçmiyoruz; birilerince zaten seçilmiş kişileri; BİZE, BİZ SEÇMİŞİZ GİBİ YAPTIRIYORLAR.

Böyle seçimlerden, böyle iktidarlar çıkıyor.

Tercihlerimize hep “birileri” hükmediyor.

Seçimleri hep birileri yönlendiriyor.

Şuna vereceksiniz deniyor; on(lar)a veriliyor.

Şundan /şunlardan uzak duracaksınız deniyor; ondan/onlardan uzak duruluyor.

Biz de bu düzeni, demokrasi sanıyoruz.

* * *

Daha önce de yazdım.

Yaşadığımız tüm bu sıkıntıların nedeni; Amerika’nın oyununa gelen Rahmetli İsmet İnönü’nün; ülkemiz insanı, yeterli eğitim ve kültür düzeyine ulaşmadan; ülke dinamikleri yerli yerine oturmadan; ülkeyi, ‘çok partili sisteme’ geçirmesidir.

O gün bugündür, hiçbir konuda dikiş tutturamıyoruz.

Bu koşullarda tutturmamız da mümkün değil.

Atatürk, bilmiyor muydu çok partili sisteme geçmeyi?

!!??...

Elbet biliyordu ama o geçmedi.

Niye?

Çünkü O, her konuda donanımlı, her konuda bilgiliydi. Öngörüsü ve önsezisi güçlüydü. Çok partili düzene geçmek için ülkesinin hazır olmadığını görüyor ve biliyordu.. O nedenle çok partili düzene geçmemişti.

Ömrü uzun olsaydı; günü geldiğinde, elbet o da ülkeyi, ‘çok partili sisteme’ geçirecekti..

Ama ülkesi, henüz çok partili sisteme geçecek EĞİTİM ve KÜLTÜR DÜZEYİNDE DEĞİLDİ.

Üretim yoksunu bağnaz dinciler ve bu dinci zihniyeti kullananlar, bugün olduğu gibi, o günlerde de BİLİMSEL EĞİTİME ve ÜRETİME engel olmaya çalışıyorlar ama Atatürk’e diş geçiremiyorlardı.

Atatürk’ün ölümünü fırsat bilen gerici dinciler, kaybettikleri süreyi kapatmak için var güçleriyle çalışıp, örgütlendiler.

Ne yazık ki İsmet İnönü, bu gerçeği göremedi. Aldığı yanlış kararla da ülkeyi bu duruma soktu.

Yani?

Yani Atatürk’ün erken ölümü, pek çok şeyin sonunu hazırladı.

1930’lu yıllarda uçak imal edip, ihraç eden bir konumdan; motosiklet(!) bile üretemeyen bir konuma dönüştük.

Ulu Önder’in büyük emeklerle kurup, hayata geçirdiği laik cumhuriyet düzeni; bugünkü karmaşık, yadırganır haline dönüştü.

Yine Ulu Önder tarafından bir din kurumu olarak kurulan Diyanet; günümüz iktidarı tarafından neredeyse eğitim(!) öğretim(!) kurumu haline getirildi.

Hırsızlıklara, yolsuzluklara, tecavüzlere, ahlaksızlıklara hiç değinmeyen Diyanet; İktidarın kendisine verdiği talimatlar doğrultusunda; İktidarın açığını kapatacak konularda fetvalar vermeye başladı.

Demokrasi bu değil.

Bu zihniyeti, bu sistemi değiştirmek; demokrasiyi kurallarına göre işletmek zorundayız.