Bunlar yeni yetişen meşe ağaçlarıyla, seyrek de olsa çam ağaçlarından oluşuyordu. O çamlar ki, göklere direklenmiş boyları ve kendilerine özgü (çamsakızı) dediğimiz reçine kokularıyla dağların yakışığı, güzelliği süsüydü bence. Ağustos sıcaklarında bile serinletici, hoş, tertemiz bahar yelleri estirirdi içimizde. O ünlü “Çam Ağacının Masalı”nı herkes bilir sanırım. “Kırık Kanatlı Kuş”u bir kış boyu, sık yapraklı dallarının arasında barındırıp koruduğu için;  “Kış Baba” tarafından hem o çam ağacının, hem de tüm akrabalarının yapraklarının dört mevsim yeşil kalması biçiminde ödüllendirildiğini de, ilkokul sıralarında okumuş, çok beğenmiştik. Ama ne yazık ki insanlar, salt odun ve kereste yapmak adına bu güzelim çam ağaçlarını keserek yok ediyorlardı. Sanırsınız ki çam ağacı, iyilik yaptığı için soyu tüketilmeye çalışılmaktadır.

Çoğu zaman dağda oduncu gençler tarafından anlamsız bir savın ve yarışın kurbanı ediliyordu bu güzelim çam ağaçları. Taraflarca ortaya konulan sembolik bir şeyi kazanabilmek uğruna gençler arasında “çam devirme” yarışına girişiliyordu. Buna aklı eriklerden “dur” diyen olmadığı gibi, “bakalım kim önce devirebilecek çamını?” diye kışkırtılıyordu bu gençler.

  Eşit kalınlıkta üç ayrı çam ağacı seçilerek, “üç çam cellâdı” da bunların altında yerlerini alıyorlardı. Ellerinde çelik parıltılı, çifte su verilmiş keskin ağızlı baltalarıyla bir cellâdı andırırlardı. Aklı erik izleyicilerden birisi de hakem olurdu. “Başla!” komutunun verilmesiyle birlikte, çam ağaçlarının dibine acımasızca inip kalkmaya başlardı baltalar. 

Tak! Tak! Tak! 

Çıralı çam yongaları sıçrardı dört bir yana. Kanları toprağa sızardı da bu çam ağaçlarlarının. Yarışı kazanmak hırsıyla gözleri kararmış bu gençler, ne yazık ki görmezlerdi bunu. İşledikleri suçun ve günahın boyutlarını da hiçbir zaman anlayamamışlardır. Çam ağaçları, toprağa yakın bölümlerinden aldıkları balta vuruşlarıyla her dakika biraz daha aşınırdı. Önce çamlardan birisi sarsılır, sallanırdı dallarıyla birlikte. Ardından diğer arkadaşlarına veda eder gibi son kez sallanır; büyüklüğüyle orantılı bir gürültüyle devrilerek, gövdesi ve dallarıyla birlikte, sert bir biçimde kucaklardı toprağı. Altında kalan diğer küçük ağaçlara da hasar verirlerdi bu devrilişleriyle. Sonra bunu diğer çamlar izlerlerdi. Çamların devrilişi cellâtlarına ve izleyicilerine vahşi sevinç çığlıkları attırırdı. 

Bu başarılarından (!) dolayı, vatan kurtaran aslan pozları takınırlardı bu çam cellâtları. Çam ağacını önce deviren de, yarışı kazanmış olurdu. İlk devrilen çam ağacı ise, cellâdına ödül olarak ya bir yumurta dürümü, ya bir çakı bıçağı, ya da bir paket köylü sigarası kazandırırdı. 

Oysaki bir yığın kuru, kırıntı odun vardı dağda. Bunlar doyurmazdı kara bilisiz orman cellâtlarını. Özellikle yeniyetmeler ve büyükler yiğitliklerini bu çamlarda ve yeni yetişen meşelerde sınayacaklardı baltalarıyla. Sanki onlara göre yaş ağaç kesmek delikanlılığın göstergesiydi.

Bu güzelim çam ağaçlarının böylesine canice kıyıma uğratılmaları, benim de yüreğimde onulmaz yaralar açardı. Ama bunu kimseler bilmezdi ne yazık ki. Orman korucularının ise, adları var kendileri yoktu. Onlarca yıl süren bu kıyımı ne araştıran, ne de soruşturan olmamıştır sorumlulardan. Böylesine sahipsiz, böylesine korumasızdı ormanlarımız.

Bir gün, bir iki arkadaşımla önlerimizde hayvanlarımız odundan dönüyorduk. Yükümüz kuru, kırıntı meşe dallarından oluşuyordu. Yaş meşe odunu yüklü hayvanlarıyla peşimizden yetişen gençlerden birisi bize:

“Ula, leylekler geçiyor, leylekler!” diyerek gökyüzünü işaret etti. Biz de inanarak bakışlarımızla leylek aradık gökyüzünde. Ama ne leylek vardı ne de başka bir kuş. Ardından da bizim bu saflığımıza güldüler hep birlikte. Özellikle ben, kandırılmış, işletilmiş olmamızdan dolayı çok bozulmuştum buna. 

Sonradan öğrenmiştik bizimle eğlenmelerinin aslını. Bizim götürdüğümüz ince kuru meşe dallarından oluşan odunları onlar, “leylek çalısı” olarak nitelendiriyorlardı. Leylekler de bu tür çalı ve odunlarla yuva yapıyorlarmış. Eğer, iyi sahip olmazsak odunlarımıza, yuva yapmak için çalı toplayan leyleklere kaptırabilirmişiz bunları. 

Kesilmiş, kesilerek bırakılmış o güzelim çam ağaçlarına, çamların gövde tomruklarına içim burkularak bakardım.

(SÜRECEK)