Ülkemizin tarımsal bakımdan içine düştüğü açmazı, gerçek bir şaşkınlıkla izliyoruz.

Gazete haberlerine göre, buğday, pirinç, arpa ve mısırda gümrüksüz ithalat süresi uzatılmış. Ve kuru soğandan sonra domates ithalatında da gümrük sıfırlanmış.

Fiyatları kontrol edebilmek için ithalat zorunluluğu doğuyormuş.

Ne oluyoruz?

Yediğimizi, içtiğimizi dışarıdan ithal etme durumuna nasıl geldik?

Bir zamanlar, gıda bakımından “kendi kendine yeten 7 ülkeden biri” olmakla öğünmekteyken…

*

Vatandaş, açıklanan enflasyon rakamlarına bakmıyor artık, aynı miktarda market veya manav alışverişine eskiden ne kadar, şimdi ne kadar ödediğine bakıyor.

Ve hiç abartısız, üç-beş ay öncenin100 liralık alışverişine, bugün 150 ilâ 170 lira ödeniyor.

Eğer eski fişleriniz duruyorsa, deneyin bakın.

*

Zaten bizim amacımız da siyaset yapmak değil.

Gerçekçi bir durum tespiti.

Daha önemlisi, ülkemizin geleceğine ilişkin kaygılarımızı paylaşmak.

Bu kötü gidişe bir “dur” denilmesini temenni etmek…

*

TÜİK’in verilerine göre, 1992 yılında 27,6 milyon hektar olan tarım arazileri, 2017 yılında 23,4 milyon hektara gerilemiş. 25 yılda 4 milyon hektar, yani yaklaşık Konya ili büyüklüğünde tarım arazisi kaybedilmiş.

Tarım arazilerinin ve meraların halen de büyük tehdit altında olduğu savunuluyor.

Tarım alanlarının tarım dışı amaçlar için kullanılması yanında, gübre-mazot fiyatlarının yüksekliği nedeniyle kâr sağlanamadığı için ekilmeyen arazilerin büyüklüğü de inanılmaz boyutlarda.

Anadolu’nun kendine özgü tohumluklarını kaybettirerek bağımlı hale getirmişlerdi tarımımızı.

Şimdi de ithalat bağımlılığı yaratıyorlar, bizler ise sadece bakıyoruz. İthalatın önünü açarak günü kurtarmakla yetiniyoruz.

Aslında, borçlana borçlana ülkenin geleceğini ipotek etmiş oluyoruz.

*

Bu durumun sürdürülebilir olmadığını, hiç kuşkusuz ülkemizi yönetenler de biliyorlar.

Onun için, köklü bir “ulusal tarım ve hayvancılık” politikasına acilen ihtiyaç var.

Önce, tarım ve hayvancılıktan kaçışı durdurmaya ihtiyaç var.

İthalatla bunun sağlanamayacağı ise açık.