Yazımın başlığı, son okuduğum kitabın adı...

Yazarı Ayfer Tunç...

1970 öncesi sosyal ilişkilerin, o günlerin anlayışının, kültürünün, geleneklerinin, göreneklerinin, keyiflerinin, hazlarının anlatıldığı nostaljik bir kitap...

Tüm okurlarıma, bu kitabı mutlak edinmelerini; okumalarını; özellikle 1960 ve öncesi kuşakların, bu kitabı ileriki yıllarda torunlarına da okutmak veya anlatmak üzere, titizlikle saklamalarını salık veririm.

Kitabın her bir sayfası, sizleri de benim gibi; çocukluk, gençlik, delikanlılık yıllarınıza götürecek...

*    *    *

Sıkıntılı, sancılı da olsa, yokluk yılları da olsa; güzel günler, güzel yıllardı o yıllar... Biraz mağrur, biraz mahsun, ama mütevazı yıllardı...

İnsanlar bu denli bencil, bu denli acımasız, bu denli çıkarcı, bu denli hoşgörüsüz, bu denli canının derdinde değildi...

Geleneklere, göreneklere büyük önem verilirdi...

Genel ve özel töreler, her şeyin önünde gelirdi...

Evlenmeden, olmazdı...

Aile bağları ve akrabalık ilişkileri bugünlere göre; çok daha güçlüydü...

O yıllar tutumluluk çağıydı...

İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan kıtlık yıllarını görmüş Cumhuriyetçi Kuşaklar; çocuklarına, “...şeker yokluğunda, çayı kuru üzümle içtiklerini anlatır, tüketimi değil, tasarrufu” aşılardı...

Yokluklar ve tasarruf eğilimi, o yılların çocuklarında biriktirme tutkusunu geliştirmişti...

Her çocuk bir şey veya bir şeyler biriktirirdi... Biriktirilen şeyin değerli olup olmamasına bakılmazdı... Önemli olan biriktirmekti...

O günlerin çocukları, en çok gazoz kapağı biriktirirdi...                   

Çocukların daşanek (misket, bilye), aşık oynadığı, sapanla kuş avladığı, uçurtma uçurduğu, çember ve topaç çevirdiği, ebeveynlerin ve öğretmenlerin yağ satarım/bal satarım oynattığı, ancak çocukların, mahalleler veya sokaklar arası masum savaşlar yapmayı yeğleyip, kafasını gözünü yardığı yıllardı o yıllar...

Nadiren kağnıların, at arabalarının, faytonların son yıllarda da Murat 124 ve Renault 12 otoların geçtiği sakin sokaklarda; çiğnenme korkusu olmadan futbol veya yakan top oynanırdı...

*    *    *

O dönemin öğretmenleri (yine o dönemin anneleri, babaları gibi); öğrencilerini, tutumlu olmaya teşvik eder, kalemler elle tutulamaz hale gelince, ufalan kalemin ucuna kargı takarak uzatılıp kullanılmasını isterdi...

O günlerde el işi dersleri vardı...

Öğrenciler; kitap ve defter kaplarını, çimento ve atık ambalaj kâğıtlarından, kendileri yapardı...

O zamanlar yerli malı kullanılırdı...

Yerli malı kullanmak görevdi, ödevdi, namustu, yurtseverlikti...

                     

*    *    *

O zamanlar arkadaşlıklar, dostluklar ölümüneydi...

O zamanlar lokmaların, çorbaların, acıların, kalplerin paylaşıldığı komşular vardı... 

O zamanlar komşularla ve hısım akrabayla gece oturmaları, görenekti...

Misafirlik ve misafirler kutsaldı...                 

Misafirliğe gidilecek eve bir çocuk gönderilir, çocuğa ne diyeceği iyice belletilirdi... Çocuk misafirliğe gidilecek evin kapısını çalar, “bir maniniz yoksa annemler size gelecek efendim...” derdi.

 Misafirler, misafir odasında ağırlanırdı.

Evin her zaman en temiz ve en bakımlı olan bu bölümü, ev halkı için yasak bölgeydi...

Bu odalar apartman düzenine geçilmeden önce, evin oturma odasından küçük, diğer odalardan büyük olan, evin iyi döşenmiş odasıydı... Misafir gelmedikçe kapısı açılmaz, kışın sobası yakılmazdı... Temizliğine çok önem verilirdi... Kimse girmemiş bile olsa evin diğer bölümlerinden daha fazla sıklıkla temizlenir, her gün tozu alınır, en iyi perdeler bu odaya takılır, en iyi halılar bu odaya serilirdi.

Evin çocuklarının, misafirliğe gelenlerin elini öpmesi şarttı... Evde bir kız çocuğu veya genç kız varken, kolonya- şeker ikramını annenin yapması, hoş karşılanmazdı...

Misafirlikte veya misafir önünde çocuk dövmek ayıptı, ama çocuk arsızlığa, şımarıklığa ve yaramazlığa devam ederse annesinden sadece çimdik yerdi...

İstisnasız her evde yatıya gelecek misafir için, yatak, yorgan, havlu bulunur, hemen her evde, sık sık yatılı misafir ağırlanırdı.

70’lerin çocukları, televizyonun henüz hayata girmediği ve uzun gecelerin çok sıkıcı geçtiği yıllarda; eve gelen misafirler, gitmesin isterlerdi.

Televizyonla birlikte gece oturmaları, tamamen ortadan kalktı... Tutumluluk çağı sona erip, tüketim çağları başlayınca, orta ve alt sınıf için misafirlik pahalıya gelir oldu. Gelir durumu iyi olanlar, misafirlerini ev yerine, dışarıda (lokantalarda) ağırlamayı yeğledi...

Çok daireli apartman yaşamıyla birlikte, “komşuluk” kavramı yok oldu...

80’li yıllarda gençliklerini yaşayanlar, evin en iyi odasının misafirlere saklanmasını kabullenemediler, böylece ailelerin günlük hayatı, salonlara taşındı.

Misafirsiz kalan misafir odaları, günlük yaşam odaları oldu... “Bir maniniz yoksa annemler size gelecek efendim...”  hoş bir seda olarak, gök kubbeye karışıp, yok oldu...

*    *    *

Bu kitabı bitirip, kitaplığıma kaldırdığımdan beri içimde bir burukluk, bir boşluk var...

Ben de yıllarca yöneticiliğini yaptığım topu topu 8 daireli apartmanda, apartman komşularımla anca asansörde karşılaştığım zaman merhabalaşabiliyorum.

Yılların kemikleştirdiği “komşu da neymiş” anlayışını kıramadım. O güzel gelenek ve görenekleri yerleştiremedim.

Oysa ne çok isterdim kapıma gelen bir çocuğun; “Bir maniniz yoksa annem ve babam size gelecekler efendim…” demesini….