Trump ikinci kez ABD başkanlık seçimlerini kazandı ve 20 Ocak’ta başkanlık koltuğuna oturacak, birkaç gün sonra.

Keşke kazanamasaydı demek hiçbir sorunu çözmüyor. Kazanamasaydı da yerine bir demokrat aday kazansaydı da ABD’nin dünyaya, özellikle bizi ilgilendiren kendi bölgemize hükmetme politikalarında fazla değişiklik olmayacaktı.

Başkanlık seçimlerini, ister Cumhuriyetçi aday ister Demokrat aday kazansın emperyalist ABD’nin yeni sömürgecilik anlayışı değişmez. Bu anlayışın stratejisini partiler değil ABD derin devleti planlar içerde ve dışarda hükümetleri tüm güçlerini her senaryoyu seferber ederek uygular. 70 yıllık ömrümüz bu senaryolara tanık olarak ve onaylamadığımızı yüksek sesle haykıran mitingler düzenleyerek geçti. Pek bir işe yaramadığını gördük ne yazık ki. Böyle olduğunun yüzlerce örneğini gördük, yaşadık, yaşıyoruz.

1991’e dek iki kutuplu olan dünya, bölgesel çatışmalar görülmekle birlikte büyük çalkantılara yer vermeden belli bir dengede gidiyordu. Bu denge ortamında bile ABD müdahaleleriyle iktidarlar yıkılıyor, yeni iktidarlar kuruluyordu. Şili en çarpıcı örnektir. Şili lideri Sosyalist Allende kararlı bir savunmayla bu saldırganlara karşı koyarken Amerikan kurşunlarının hedefi oldu ve canını verdi. Her lider Allende olamıyor. Günümüzde Esad gösterdiği dirençsizlikle kötü bir örnek oldu. Başka örnekler de gösterebiliriz. Görece bir denge vardı ve emperyalizm bu kadar pervasızlaşmamıştı. Karşısındaki Sovyetler Birliği bunu sağlayan tek güç olarak duruyordu.

Sovyetler’de Brejnev’le başlayan bozulma Gorbaçov döneminde son noktayı koydu ve birliği dağıtan Gorbaçov oldu. Sanıyorum 2022’de yaşamını yitirdiğinde dünyaya “Ben ne düşüncesizlik  ettim de dünyayı emperyalist devin kucağına ittim!” demiştir.

Sovyetlerin çökmesiyle emperyalist saldırganlık küresel ölçekte önü alınamaz bir canavarlığa dönüşmüş, bölgesel çatışmalar şiddetlenmiş, emperyalist çıkar savaşları körüklenmiş, bu çatışmalarda milyonlarca insan yaşamını yitirmiştir. Yugoslavya, Afganistan, Libya, Irak örnekleri yakın tarihidir kanlı emperyalist müdahalelerin. Yalnızca 1.500.000 insan öldü Irak’ta. Faşist Sırp saldırganlığı gemi azıya aldı, dünyanın gözü önünde Boşnak soykırımı yaşandı. Ülkeler parçalandı, küçük küçük devletçiklere bölündü, tüm zenginliklerini ABD ve ortakları sömürüyor.

Böyle politikaların dünyayı kasıp kavurduğu ortamda Trump’ın oturacağı koltuktan şiddetli fırtınalar çıkacağını yine kendi ağzından dinliyoruz.

Daha başkanlık koltuğuna oturmadan Panama Kanalı’nı, Grönland’ı istiyor. Kanada’nın ABD’ye katılmasını bekliyor. Zaten kendine göbekten bağladığı Avrupa Birliği’ni de kendi sınırları içinde görmek istiyor. Bir yılı aşkın süredir yangın yerine dönen Ortadoğu’yu hiç saymıyoruz. Kol kanat gerdiği, en modern silahlarla donattığı İsrail, Nazi olmakla övünen Netanyahu saldırganlığı ile tüm bölgeyi yakıp yıkıyor. Emperyalist ülkeler Bremen Mızıkacıları gibi hep bir ağızdan alkış tutuyor, destekliyor, rol kapmaya bakıyor. Ne pahasına? Filistinli, Lübnanlı, Suriyeli, Yemenli kanı pahasına…

Bölge halkları Kaddafi’li, Saddam’lı, Esad’lı yılları çok arayacaklar.

Dengeler değişti, insanlığın vicdanı olarak ortaya çıkan Toplumcu anlayışlar emperyalist saldırganlık ortamında yenildi, halklar desteksiz kaldı.

Ülkem için de, birkaç övücü satırın içinde aba altından sopa gösteriyor.

Trump’ın konuşmalarından derlenen aşağıdaki alıntılar bile yeter bizi ne gibi bir tehlikenin beklediğini anlamaya:

“İçeri giren bu insanlar (HTŞ, SMO) Türkiye tarafından kontrol ediliyor. Ve bu sorun değil, bu da savaşmanın başka bir yolu.”

“Şu anda Suriye’de çok fazla belirsizlik var… Bence Suriye’nin anahtarı Türkiye’nin elinde olacak.

“Trump’ın bu çıkışı Ankara’da iktidar saflarında bir memnuniyet dalgasına yol açsa, siyasette, iç politikada kahramanlık puanları getirecek olsa da Türkiye’nin üzerindeki risk ve sorumlulukları artırıyor.” (Alıntı – Yetkin Report)

Öyle anlaşılıyor ki Trump’lı bu büyük saldırgan güç tüm dünyayı yeni ve daha şiddetli bir ateş çemberine sokacak.

“Görünen köy kılavuz istemez!”

Trump