Yıl 1750. Alman Kralı II. Frederick’in yolu, Potsdam’a düşüyor.
Çok beğeniyor Potsdam’ı; “Bana buraya bir saray yapın, yeri de şura olsun!…” diyor.
* * *
Ertesi gün adamları gidip bakıyorlar; Kral’ın beğendiği yerde bir değirmen var.
Kapıyı çalıyorlar, yaşlı bir değirmenci açıyor kapıyı.
Kralın adamları, değirmenciye; “Bizi Kral gönderdi. Burayı görüp çok beğenmiş, satın alacak. Kaç para?” diyorlar.
“Satmıyorum ki” diyor köylü, “Ne parası?”
Adamlar şaşkın; “Saçmalama be adam!” diyorlar; “Beğenen kişi bir Kral, satın almak isteyen de…”
Köylü kendinden emin, umursamaz bir biçimde; “Kimse kim!” diyor. “Burası benim tapulu malım. Ben satmadıktan sonra kimse elimden alamaz burayı.”
* * *
Adamlar çaresiz geriye dönüyor.
Kral’a diyorlar ki; “Efendim beğendiğiniz yerde bir değirmenci var. Adam zırdeli. Satmıyorum diyor, başka bir şey demiyor.”
II. Frederick, alı al, moru mor; “Getirin bakalım şu adamı bana!” diyor.
Yaka paça, huzura çıkarılıyor Değirmenci.
II. Frederick; “Bayım siz yanlış anladınız herhalde; ben malınızı gasp etmiyorum, satın almak istiyorum. Kaç para?” diyor.
İhtiyar Değirmenci, “Yoo yanlış anlamadım…” diyor “Adamların da aynen böyle söyledi. Satmıyorum!”
Kral, şaşkın bir halde ne diyeceğini bilemeden bir süre ihtiyara bakıyor.
“İnat etme be adam!” diyor; “Ederi neyse, fazlasını vereceğim…”
İhtiyar değirmenci; “Sen koskoca bir kralsın, paran çok. Git Almanya’nın başka yerlerine saray yap. Benden önce babam işletiyordu bu değirmeni. Ona da babasından kalmış, ben de çocuğuma bırakacağım. Satmıyorum!”
* * *
II. Frederick, hışımla ayağa fırlıyor; “Unutma ki ben Kralım!” diye kükrüyor.
İhtiyar değirmenci hâlâ kendinden emin, alaycı alaycı gülümsüyor.
Diyor ki, “Asıl sen unutma. Unutma ki, Berlin’de yargıçlar var! Hiçbir güç, hiçbir siyaset, hiçbir iktidar, kral bile olsa adaletten üstün değildir. Hiç kimse adaletin üstüne çıkamaz. Çıkarsa, yerinde oturamaz…”
… …
Sonra da ardına bakmadan vakur bir biçimde ayrılıyor Kral’ın huzurundan.
Sonra?
Sonra ne mi oluyor?
Kral II. Frederick, krallığına rağmen, satın alamıyor Değirmencinin arazisini.
O arazinin yanı başındaki araziyi satın alıp, oraya yapıyor sarayını.
* * *
Bugün bütün gelişmiş ülkelerin hukuk fakültelerinde, “Berlin’de yargıçlar var!” başlığı altında, ders olarak anlatılır bu öykücük.
O gün bugün, Potsdam’daki Sansosi Sarayı ile o değirmen yan yanadır.
Kral ve değirmenci, adaletle komşu olmuştur.
II. Frederick, sabahları arka bahçeye çıktığı zaman, değirmenci seslenir ona; “Hey Frederick, ekmek yaptım göndereyim mi?”
* * *
Kral II. Frederick de bu olayı şöyle anlatır.
“Adalet, her sabah bana, sıcak bir ekmek kokusuyla gelirdi…”
* * *
31 Aralık 1917.
Berlin’de bir otelde, yılbaşı kutlamaları yapılacak.
Osmanlı heyeti de var orada.
Aralarından biri, bu öykücüğü anlatıyor.
Diyor ki; “Potsdam buraya çok yakın. Hadi hep birlikte, adaletin simgesi olan o değirmeni ve sarayı görmeye gidelim…”
Kimse icabet etmiyor bu çağrıya.
Sadece bu öyküyü anlatan kişi, tek başına kalkıp gidiyor.
Herkes yılbaşı kutlarken, sadece o gidip, adaletin simgesini izliyor uzun uzun.
Kim mi o kişi?
Mustafa Kemal Atatürk...
* * *
Buradan şuraya geleceğim.
Dillerimize pelesenk oldu; yerli yersiz “hukuk olacak, hukukun üstünlüğü olacak…” deyip, duruyoruz ya; yanlış dillendiriyoruz, beyinlerimizin kıvrımlarında oluşan o düşünceyi.
Evet, doğru; hukuk olacak da hukuktan önce hukukçu(lar) olacak.
Adam gibi yürekli, namuslu yargıç(lar) olacak…
Yoksa, hukuk mukuk hikaye…
Berlin’deki gibi yargıçlar olacak…