Babam Rahmetli, “… Aman oğlum” derdi; “aman koçum… Canımsın, gözümsün... Aç kal, ama hiç kimselere ‘açım’ deme… Kimseye yalakalık, dalkavukluk yapma… Onurundan, gururundan ve dürüstlüğünden kimseye ödün verme. Mal, mülk, para, pul, gelir de gider de… Mevkii/makam da öyle… Ama onur var ya onur; onur bir kez gitti mi, bir daha geri gelmez. Aman oğlum, aman koçum dikkat…” derdi.

Ben ve iki kardeşim, hep bu telkinlerle büyüdük.

Sosyal bir insandı Rahmetli.

Gönül adamıydı, sohbet adamıydı.

Sanata hayran, sanatçıya saygılı, her şeyin en iyisine, en güzeline sevdalı bir seçkinciydi.

Münir Nurettin Selçuk ve Müzeyyen Senar hayranıydı. Bu sanatçılarımızdan söz ederken, adlarının ardına ‘Bey’ ya da ‘Hanım’ tamlamasını eklemeye özen gösterirdi.

Rahmetlinin bu tavrı, bizi de etkilemiş olmalı ki; biz de “Münir Nurettin Bey, Müzeyyen Hanım” diye anar olmuştuk bu sanatçılarımızı; hâlâ da öyle anarız.

* * *

Babam Rahmetli de benim gibi bankacıydı.

Bankacılık stresli ve sıkıntılı meslektir. Sabahı başka, öğleni başka, akşamı bir başka derttir.

Kendini bedenen ve ruhen, bu stresten uzak tutamayan; o stresi bankada bırak(a)mayıp, evine taşıyan bankacının, işi zordur.

İşte bu aşamada, “içki illeti” girer devreye…

Mesai sonrası bir iki duble atıp, rahatlamazsa; o stres, sabaha kadar boğar o bankacıyı.

Rahmetli babam da stresini böyle atardı.

Güzel insandı babam.

Ben de babayım ama çok istememe, hatta onun gibi olmak için büyük çaba sarf etmeme karşın onun gibi bir baba olamadım hiçbir zaman.

Babam, hem babaydı, hem de iyi bir eğitmen.

Baba gibi babaydı yani.

Otoriterdi, sert görünüşlüydü ama bir o kadar da yufka yürekliydi.

Yerine göre baba, yerine göre arkadaştı bizimle.

Bize hissettirmeden de öğretmen…

Ebeveynlikle, arkadaşlık arasındaki o ince çizgiyi çok dikkatli kullanırdı. Kendisini rahatsız eden, üzen bir konuda; kaşlarını çatıp, gözlerimizin içine içine bakması; babalığını öne çıkarıp, arkadaşlığını geri plana ittiğinin göstergesiydi.

Böyle durumlarda, sessiz sedasız yok olurduk ortalıktan!

Bize göre daha imtiyazlı olan küçük kardeşimizden, “tamam, yumuşadı” tiyosunu almadan da gözüne görünmezdik.

* * *

Babam Rahmetli, “… Aman oğlum” derdi; “aman koçum… Canımsın, gözümsün... Aç kal, ama hiç kimselere ‘açım’ deme… Kimseye yalakalık, dalkavukluk yapma… Onurundan, gururundan ve dürüstlüğünden kimseye ödün verme. Mal, mülk, para, pul, gelir de gider de… Mevkii/makam da öyle… Ama onur var ya onur; onur bir kez gitti mi, bir daha geri gelmez. Aman oğlum, aman koçum dikkat…” derdi.

Ben ve iki kardeşim, hep bu telkinlerle büyüdük.

Sosyal bir insandı Rahmetli.

Gönül adamıydı, sohbet adamıydı.

Sanata hayran, sanatçıya saygılı, her şeyin en iyisine, en güzeline sevdalı bir seçkinciydi.

Münir Nurettin Selçuk ve Müzeyyen Senar hayranıydı. Bu sanatçılarımızdan söz ederken, adlarının ardına ‘Bey’ ya da ‘Hanım’ tamlamasını eklemeye özen gösterirdi.

Rahmetlinin bu tavrı, bizi de etkilemiş olmalı ki; biz de “Münir Nurettin Bey, Müzeyyen Hanım” diye anar olmuştuk bu sanatçılarımızı; hâlâ da öyle anarız.

* * *

Babam Rahmetli de benim gibi bankacıydı.

Bankacılık stresli ve sıkıntılı meslektir. Sabahı başka, öğleni başka, akşamı bir başka derttir.

Kendini bedenen ve ruhen, bu stresten uzak tutamayan; o stresi bankada bırak(a)mayıp, evine taşıyan bankacının, işi zordur.

İşte bu aşamada, “içki illeti” girer devreye…

Mesai sonrası bir iki duble atıp, rahatlamazsa; o stres, sabaha kadar boğar o bankacıyı.

Rahmetli babam da stresini böyle atardı.

Güzel insandı babam.

Ben de babayım ama çok istememe, hatta onun gibi olmak için büyük çaba sarf etmeme karşın onun gibi bir baba olamadım hiçbir zaman.

Babam, hem babaydı, hem de iyi bir eğitmen.

Baba gibi babaydı yani.

Otoriterdi, sert görünüşlüydü ama bir o kadar da yufka yürekliydi.

Yerine göre baba, yerine göre arkadaştı bizimle.

Bize hissettirmeden de öğretmen…

Ebeveynlikle, arkadaşlık arasındaki o ince çizgiyi çok dikkatli kullanırdı. Kendisini rahatsız eden, üzen bir konuda; kaşlarını çatıp, gözlerimizin içine içine bakması; babalığını öne çıkarıp, arkadaşlığını geri plana ittiğinin göstergesiydi.

Böyle durumlarda, sessiz sedasız yok olurduk ortalıktan!

Bize göre daha imtiyazlı olan küçük kardeşimizden, “tamam, yumuşadı” tiyosunu almadan da gözüne görünmezdik.

* * *

Manevi değerler, doğduğu topraklar, akrabaları, “dostum” dediği arkadaşları çok önemliydi onun için…

Bıkmadan, usanmadan; her yerde, her ortamda inandığı bu değerleri ve de bu ilişkilerini, bize de aşılamaya çalışırdı…

Şimdi üç kardeş, her bir araya geldiğimizde o günleri anımsayıp; kâh hüzünleniyor, kâh gülümsüyoruz.

Şu an ağabeyim, büyük bir bankamızın genel müdür yardımcılığından emekli. Küçük kardeşim de makarna sektöründe faaliyet gösteren büyük firmalardan birinin Genel Müdürü.

Üçümüz de altmışlı yaşları devirip, yetmişli yaşlara merdiven dayadık.

Üçümüz de çocuklarımızı evlendirip, torun sahibi olduk.

Üçümüz de dedeyiz yani..

Ama üçümüz de hâlâ babamızı arıyor, babamızı özlüyor, onun gibi baba olmaya özeniyoruz.

Daha da önemlisi;

“Keşke hayatta olsa da, (başımızda kavak yelleri eserken, dinlemekten gına gelen) kelimesi kelimesine ezberlediğimiz bitmek tükenmek bilmeyen o öğütlerini yinelese…” diyoruz.

“Bugün onurumuzla, gururumuzla, başımız dik geziyor, kimseye eyvallah etmeden yaşıyorsak; bütün bunları, o telkinlere borçluyuz…” diyoruz.

“Bugün insanlarımızı seviyor ve sayıyorsak, çevremize karşı duyarlıysak, fırsatçı, fesat, hain değilsek; paylaşımcı ve katılımcıysak, bunları O’na borçluyuz…” diyoruz.

“Her baba, babamız gibi olsa, toplumun çehresi değişirdi…” diyoruz.

Ve…

Ve babamızla gurur duyuyoruz.

… …

Yıldızlar yağsın üzerine, ışıklar içinde uyu Güzel İnsan..

Babalar Günün kutlu olsun…

Yazarın notu; Bu vesileyle tüm babaların ve baba adaylarının “Babalar Gününü ve tüm okurlarımın Ramazan Bayramını en içten duygularımla kutlar saygılarımı, sevgilerimi sunarım…