İstasyon, yolculukta ama özellikle tren yolculuğunda durulan, inilen ve binilen yerdir. Nilüfer Açılan Yıldız, İstasyon adlı romanında okuru bir iç dünya yolculuğuna çıkarıyor. Madde ile mananın örtüştüğü bu yolculukta dış dünyadan (aile, mahalle, toplum) insana dayatılan ezberler sorgulanırken iç dünyamızdaki evrensel düzenin işleyişi tomografik kesitlerle anlatılıyor.
Beş parmaktan girdiği bu yolculukta için içine götürüyor Nilüfer Açılan Yıldız okurunu. İçin içi ki; kâinata çıkarıp bırakıyor okuru. Hem anlatan, hem de anlatılandır bu romanda yazar. Bu bağlamda önyargıdan önce sorular vardır, son yargı ise bilgiye ulaşılmasıdır.
Kendi içinde yolculuğa çıkmak… Bu ifadeyle çokluk manevi bir yolculuğu, insanın kendisiyle hesaplaşmasını içerdiğini düşünürüz. Ama yukarıda da söylediğim gibi bu evrensel yolculuk madde ile mânânın sarmalında yapılıyor.
İç dünyamızda hücrelerden, damarlarda dolanan kandan, sinir ağına bir yolculuk ise pek de hayal ettiğimiz bir şey değildir. İç dünyamıza tek gözle bakarsak biyolojimizin coğrafyasıyla karşılaşırız. Bakıp da göremediğimiz ise hücrelerin içyapısı ve daha birçok şeylerdir. Bir başka tek göz ise iç dünyayı kendisiyle yüzleşme, hesaplaşma olarak algılar. Ya içimizdeki dünyaya iki gözle birden, hatta buna gönül gözünü de katarak, üç gözle birden baktığımızda madde ile mananın örtüştüğü bir iklim olduğunu görürüz.
“Çünkü insanlar iç hayatlarından ziyade, dış hayatlarına alışık yaşarlar.” Sf. 62
Merak, bilme isteği canlıların yaşam yolculuğunun olmazsa olmaz bir boyutudur. Merakı dışa ve içe yönelik diye ikiye ayırırsak eğer, büyük bir çoğunluğun dışa, etrafında olan biteni bilme isteğinin ağır bastığını görürüz.
Bütün bunlara rağmen, insanın içinde bulunduğu ortam, doğa ve toplum, ona kendini anlatan bir seyir defteridir.
“İnsan kendini diğer bir insanda öğreniyor. İnsan tek başına salt, saf bir şey gibi, ama insandan insana giden yolun benci çıkarlara girmemesi şartıyla… Sanki kâinatta bir tane insan var, kendini anlamak için bir sürü insan oluşturuyor gibi...” Sf. 53
Bu düşüncenin öteki yüzünde ise şunları sorguluyor. “Dışarıdan bakınca anlayışımıza göre güzel ya da çirkin dediğimiz insanın içine girince, ilk var olduğu andan itibaren bütün insanlığı insana harcıyorsun, ama yine de insanı tanımaya yetmiyor. Ne büyük, ne karışık bir şeymiş insan, kafam karıştı…” Sf. 53
Parça bütün ilişkisinin her şey arasında olduğunu “Sanki karşılaştığım bütün insanlar ve nesneler bana ait olan parçaları, bana sunuyor. Böyle hissedince, hem evrende bir parça hem de evrenin bütünü gibi düşünüyorum kendimi” dedikten sonra sorar, “Ben nerede parçayım, nerede bütün?” sf. 60
Yazar hücrenin de içine girerek yaptığı yolculukta aynalar tutar okura. Ayna, kendini algılayarak yüzleşmenin ve tanımanın metaforudur. Bu yüzleşmenin olabilirliği aynaya yansıyan yüzden iç dünyaya geçerek kendi benimizle ve hatta benlerimizle tanışmanın yolculuğudur.
Bu yolculukta iç dünyanın çok katlı, katmanlı bir yapı olduğunu, giderek genişleyerek kâinata açıldığını görebiliriz. Böylesi bir görüş açısı bizim saklı benlerimizle, kâinatın bir parçası olduğumuza da ayna tutacaktır. Ayna içinde ayna…
İç ve dış, bütüncül bir bakışla birbirini tamamlayan iki boyuttur. Geçirgenliği olan yapılar. İşte bu bağlamda içe doğru giden bu yolculuk, bizim dış dünyamızı da sorgulamamızı, onunla yüzleşmemizi sağlayan boyutuyla varsıllığımızdır. Ki bu da bizi özgürleştiren bir yolculuktur veya böylesi bir boyuta dönüşebilir. Okur-metin ilişkisi…
İnsanın özgürlüğü, doğarak geldiği bu coğrafyada toplumsal normlarla (ahlâk, töre vb.) ona bir çerçeve çizerken bir de tartı ölçüleri dayatır. “Bunu böyle göreceksin, bunu şöyle tartacaksın” diye. Bu dayatma da kaçınılmaz olarak onun özgürlüğünü baskılayacaktır. İstasyon romanında yapılan iç yolculukta bu dayatmalar da sorgulanarak insanın özgürleşmesine kapılar açılmaktadır.
Kendine yolculuk ne uzun, ne çetin, sarp ve dikenli bir yoldur insan için. Canlılar içinde kendini en az tanıyan insandır desem pek de abartmış olmam.
Bu yolculukta hayat bir istasyondur, dünyaya indiğimiz. Ama o istasyonda inenler olduğu gibi bizimle aynı kompartımanda giden yolcular da vardır.
Hayat/ömür, bir aktarma istasyonu olmasın sakın. “Bende bir ben vardır benden içeri” der ya Yunus Emre. Kendi içimizdeki o “Ben”e yolculuğa ne dersiniz? İnsanın kendiyle tanışması ne sonsuz bir boyuttur. Bu yolculuk bir kâinat gezisidir aslında.
“Bütün varlık âlemi hayal içinde hayaldir” der İbni Arabi, “Bunu anlayınca insan hayatı yener.” Ahmet Hamdi Tanpınar ise “Bakmasını bilen göz için karanlık, karanlık değildir.” demektedir.
Herkese iyi yolculuklar diliyorum.
• İstasyon, Nilüfer Açılan Yıldız, Klaros Yayınları, 217 sf. 2021