-Haydi birer çay daha içelim arkadaşlar. Ondan sonra da gidip yemek yeriz ve köylerimize yollanırız.

Uzun boylu, gür bıyıklı, ağzını açtığında sözü dinlenir genç bir öğretmen olan arkadaşımdı bunu söyleyen. Söylediklerine duyduğu inanç gözlerinden okunurdu, dürüstlüğüne söz söylenemezdi. Verdiği sözü yerine getirmediği olmamıştı.

Ben o yılın sonunda eğitim enstitüsü İngilizce bölümünü kazanmıştım.  O da benden bir yıl sonra Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni kazandı. Kendisi ve yanındaki meslektaşıyla inmişlerdi köylerinden ilçeye, büyük olasılıkla benim gibi yaya yolculuk ederek. Ben daha şanssızdım, yalnız başıma yolculuk etmek zorundaydım.

- Çay içecek kadar daha kalırım ancak hemen sonra kalkmalıyım arkadaşlar, benim yolum uzak, tam üç buçuk saat. Siz sohbete devam edin, benim yola revan olmam gerekiyor. Yolculuğumun bir buçuk saatlik bölümü ormanlık alandan geçiyor ve ben bu etabı alacakaranlıkta geçmek istemiyorum. Köylüler uyardı karşıma kurt çıkabilir diye.

Kerem öğretmen hemen sözü aldı.

- Sanki kurt gündüz çıkmaz mı karşına?

- Çıkar çıkmasına da gece daha korkunç. Gündüz hırıltının nereden geldiğini kestirebilirim. Saldırı durumunda korunmam daha kolay olur.

Çaylarımızı yudumladıktan sonra hep birlikte çıktık derneğimizden, sokağı geçip ana yola girdiğimizde iki hafta sonra öğretmen derneğimizde (TÖB-DER) görüşmek üzere ayrıldık, ben kendi köyüme giden yola koyuldum.

Bu sohbetleri seviyordum, üç buçuk saat süren ve pır pır köprüyü geçmem gereken yolculuğa değiyordu. Her gelişimde öğretmen arkadaşlarla okuduğumuz kitapların konusu, karakterleri,  işleniş tarzı ve mesajının ne olduğu üzerine görüş bildiriyorduk.  Okumuş olan diğer arkadaşların da söz alarak kitap hakkında konuşmalarını kararlaştırmıştık. Konumuz sadece kitapla sınırlı kalmıyor, 71 cuntasının kanlı uygulamalarına sözü getiriyor, ülkenin bu karabasandan nasıl kurtulacağı üzerine korka, çekine konuşuyorduk.

Tüm ülkede olduğu gibi bizim atandığımız ilçede de büyük bir suskunluk rüzgarı esiyordu. Özellikle ilçe merkezinde görevli arkadaşlar ortam hakkında konuşmaktan çekiniyorlardı. Köylerden gelen bizler hem mesleğe yeni başlamanın, hem gençliğin verdiği heyecanla daha açık sözlü davranıyor, başımıza neler gelebileceğini hesap etmeksizin cuntanın can alıcı uygulamalarını kendi aramızda konu ediyorduk.

Ankara’da ortaokul ve gündüzlü öğrenci olarak okuduğum Öğretmen Okulu yıllarımda yolun ortasından değil kaldırımdan yürüme alışkanlığımla, Malta taşı döşenmiş yolun sağ kenarından yürüyormuşum.

Arkadaşlardan biri “Öğretmenim kenar kenar yürüyorsun, yol boş.” diye seslendi.

“Alışkanlık işte.”

Oysa ilçenin içinde veya dışarıya uzanan yollarda hemen herkes sahiplenmiş gibi yolun ortasından yürüyor, gelip geçen araçların korna seslerine hiç aldırmıyor. Korna çalmada ısrar eden sürücülere de tehdit eder gibi dik dik bakıyor.

Hafiften yokuş aşağı eğimli olan ana yol boyunca baston yutmuş gibi dimdik yürüyerek ilçenin son evlerini de geçtim, sağlı sollu bahçelerin arasından yola devam ettim. Bu arada, bahçe çitleri arasından kendime uzunca bir sırık seçmeye de çalışıyordum. Çitlere bakacağım diye taşlara tökezleyerek ilerlerken çit sırıkları arasında parlayan bir metal çubuk gözüme ilişti. Bahçe sahibinin nereden eline geçtiğini kestiremediğim uzunca, çok kalın olmayan bir metal boruydu. Böyle bir boru sırıktan daha koruyucu olurdu benim için, çekip aldım. Sahibi fark ederse bile hakkını helal etsin, benim için korkuluk olmaktan daha yararlı bir görev yapacak bu ince boru.

Yol uzun ve benim düşünmekten, okuyacağım kitaplar hakkında bazı varsayımlarda bulunmaktan, üniversite hayalleri kurmaktan, üniversite yaşamı konusunda öngörülerde bulunmaktan başka seçeneğim yok. Arada bir yoldan aşağıya veya yukarıya araçlar geçmiyor değil.  Benim öğretmen olarak atandığım köyün karşısına kadar bir araçla gitmem daha kısa ve kolay, tercih ederim böyle bir yolculuğu. Ancak yol boyunca kıvrıla kıvrıla inen nehri karşıya geçmem çok zor, köprü yok. Bahar yağışlarıyla birlikte nehir kabardı, genişledi ve gürleyerek akıyor, geçiş olanaksız. O nedenle bu üç buçuk saat süren yolu tepmek, pır pır köprüyü aşmak ve bir cesaret ormanlık alanı geçmek zorundayım.                     

(SÜRECEK)