28 Şubat, Yaşar Kemal’in ölüm yıldönümü idi. Bu nedenle önceki bir yazımdan da faydalanarak, o ve onları bir kez daha analım dedim.
Çünkü bugün yaşamayan üç kişiydi onlar.
Bu ülkenin gurur ve onur kaynağı, bu toprakların sesi ve sözü idiler. Biri sazıyla ve bas-bariton sesiyle, biri şiiriyle, biri romanıyla Anadolu'nun konuşan dili idiler.
Biri Vanlı, öksüzler yurdunda yetişmiş bir Ermeni çocuğu...
Biri Selanikli, bir Türk çocuğu...
Biri de Osmaniye'nin Hemite köyüne göçmüş, Vanlı bir ailenin Kürt çocuğu idi.
Evet, bugün yaşamayan üç kişiydi onlar.
Biri Ruhi Su idi; tedavisi için yurtdışına bile izin verilmeyen, 20 Eylül 1985'te ölen…
Biri Nazım Hikmet idi; hayatının üçte biri cezaevlerinde ve mahkeme salonlarında geçen, yıllarca kitapları yasaklanan, vatan hasretiyle 3 Haziran 1963'te ölen...
Ve de biri Yaşar Kemal idi; 17 yaşında siyasi suçla tanışan, barış hasretiyle 28 Şubat 2015'te ölen...
* * *
Ruhi Su, Karacaoğlan'ı ve Köroğlu'nu, okumuştu; Pir Sultan'ı ve Yunus'u okumuştu; seferberlik türkülerini ve semahları okumuştu.
Bas-Bariton sesiyle ve kendine has yorumuyla, Anadolu'nun yüzlerce yıllık sesini günümüze taşımıştı.
Nazım Hikmet, “Kuvayi Milliye” şiiriyle kurtuluşun bir destanını yaratmıştı.
“Topraktan öğrenip kitapsız bilendir / Hoca Nasrettin gibi ağlayan Bayburtlu Zihni gibi gülendir / Ferhad'dır, Kerem'dir ve Keloğlan'dır” diyerek Anadolu insanının kimyasını anlatmıştı.
Ve Yaşar Kemal, Nazım'ın “Fakat bir kerre bir derd anlayan düşmeye görsün önlerine / ve bir kerre vakterişip 'gayrı yeter!' demesinler” sözlerindeki Anadolu insanının başkaldırısını, öfkesini, korkusunu, aşkını, sevdasını ve yaşadığı bu toprakları en güzel Türkçe ile anlatmıştı.
Ve de o, Anadolu'nun yaşayan Homeros'u, yaşayan Dede Korkut'u olmuştu.
* * *
büyük filozofu idi Jean-Paul Sartre. Fransa'nın Cezayir savaşına muhalefet etmişti.
Tutuklanmasını isteyenlere, Fransa devlet başkanı General De Gaulle “Ama Sartre Fransa'dır” demişti. Çünkü Sartre, Fransız halkının vicdanı idi...
Ama Yaşar Kemal için denilmedi, denilemedi bu söz.
Bu ülkede hem bu kadar yerel, hem bu kadar evrensel olan; Türkiye deyince Yaşar Kemal'i, Yaşar Kemal deyince Türkiye'yi akla getiren; ünü dünyaya yayılmış bu kişi için “Yaşar Kemal Türkiye'dir” denilmedi, denilemedi.
-1995'te “Yalanlar Seferi” başlıklı yazısında, “bölücülük propagandası” yapmakla suçlanıp DGM’de yargılanırken...
-Aynı yıl “Türkiye'nin üzerindeki Kara Gökyüzü” başlıklı yazısında, “halkı sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik ettiği” iddiasıyla mahkûm edilirken...
Ve bu ceza, 5 yıl içinde aynı suçu işlememesi kaydıyla ertelendiğinde “Beni idama mahkûm etseniz daha iyi... Beni sansüre mahkûm ediyorsunuz. İnadına yazacağım inadına konuşacağım” derken...
“Yaşar Kemal Türkiye'dir” denilemedi.
Ama tüm siyaset onun için, övgüler dolu büyük hem de çok büyük sözler etti. Büyük söz edenlerin içinde Süleyman Demirel de vardı.
Oysaki o günün Cumhurbaşkanı idi Süleyman Demirel.
* * *
Yaşar Kemal, sadece Türk dilinin en iyi romancısı değildi.
Ve sadece Türkiye'nin ovasını-dağını, kurdunu-kuşunu, köylüsünü-kentlisini en iyi anlatan değildi.
Yaşar Kemal, Fransa'da Sartre ne ise Türkiye'de o idi.
Kemal, bu toprakların ete-kemiğe bürünmüş vicdanı idi.
Kaderine boyun eğmiş köylünün, başkaldırmış İnce Memed'lerin dili idi.
O, hayatı boyunca ezilenlerin yanında olmaktan çekinmedi.
Hayatı boyunca da Türk ve Kürt halkının birlikte ve barış içinde yaşaması için bu toplumun dili, bu toplumun vicdanı oldu.
Ve de ona, “Türklerin en Kürt’ü; Kürtlerin en Türk’ü” denildi.
* * *
Yazının sonunu, onun sözleriyle bağlamış olalım.
“Bir toplum, hoşgörüsü kadar güçlü, sağlam ve haklıdır. Zulmü kadar zalim ve zayıftır” demişti.
“Bugün bu ülkede yaratıcılığımız eksilmişse, vicdanımız vurdumduymaz olmuşsa, şiddet hayatımızın her alanında üstümüze çökmüşse, hiçbir kuruma güvenimiz kalmamışsa, bunlar bir kuşak ömrü süregelen bir kirli savaşın insanlığımızda açtığı yaralardır. (…) Ben diyorum ki bu yaraların sağılması bizim elimizde. Ülkemizin onurunu, ekmeğini, kültür zenginliğini kurtarmak elimizde” sözleriyle ölümüne kadar barış çağrısı yapmıştı.
Ve de “Dünyanın ucunda bir Gül açıImış / efiI efiI esen yele merhaba / Karanlığın sonu bir ulu şafak / sarp kayadan geçen yele merhaba” demişti.