Altmışlı yıllar.
Benim ve benim gibi üççeyrek asrı deviren yaşlarda olanların özlemle andığı ve aradığı yıllar.
Güzel yıllardı o yıllar.
Günümüzün olanakları yoktu o zamanlar ama mutluyduk.
Samimi, içten ilişkiler vardı o yıllarda.
Güvenilir, dürüst siyasiler vardı o yıllarda.
O günün öğretmenleri bir başkaydı. Kendini eğitime ve öğretime adamış öğretmenler vardı o yıllarda.
Televizyon henüz her eve girmemiş; çanak antenlerle henüz tanışılmamıştı.
Bilgisayar, laptop, tablet ve de cep telefonu yoktu.
İstanbul’da basılan gazetelerin, ülke geneline anca ertesi gün ulaşabildiği yıllardı o yıllar…
* Manyetolu telefonlar vardı o günlerde.
* Şehirlerarası telefon görüşmeleri için PTT Santralına adımızı yazdırıp, saatlerce beklerdik ki; görüşmek istediğimiz kişiyle görüşelim.
* Telefon bağlandığı zaman da araya ilgisiz hatlar girerdi. Böyle durumlarda araya giren hatta; “Kayseri, yahu Kayseri çık aradan; burası Alanya, ben Çorum’la görüşüyorum. Çık aradan kardeşim…” diye yırtınırdık…
* Damalı taksiler vardı o yıllarda, damalı ve rengârenk…
* Murat 124 kullananlara kalantor gözüyle bakılır; “Vay be adama bak, adam Murat 124’e biniyor” diye iç geçirilir, kıskançlık emareleri gösterilirdi…
* Henüz seramik ve fayansla tanışılmamıştı o yıllarda. Mutfak zeminlerinin muşamba ile kaplandığı yıllardı, o yıllar…
* Kap kacaklar, tencere tavalar bakırdandı. Bakır tencereler kalaylatılmak için kalaycı kalaycı dolaşılırdı…
* Banker Kastelli’yle başlayan, dağı taşı bankerlerin sarıp, gariban halkın dolandırıldığı yıllardı, o yıllar…
* O yıllarda kimin Türk, kimin Kürt, kimin Sünni, kimin Alevi, kimin Laz, kimin Çerkez olduğu bilinmezdi.
* Tarikat, cemaat, şeyh, şıh gibi kavramlar da bilinmezdi o yıllarda.
* Ve yine o yıllarda, günümüzdeki gibi yobazlar görünmezdi. Örneğin yakın zamanda Sakarya’da yaşandığı gibi kent meydanında pervasızca zikir çeken tarikat üyesi yobazları bilmez ve tanımazdık.
* Bu ülkenin kurtarıcısı ve kurucusuna, günümüzde olduğu gibi nankörce tavırlar sergileneceği hiç kimsenin aklının ucundan bile geçirmediği yıllardı o yıllar.
* O yıllar, Lefter Küçükandonyadinis’in, Can Bartu’nun, Metin Oktay’ın fileleri sallayıp, filleri yırttığı yıllardı, o yıllar…
* Salça sürülmüş ekmek dilimlerinin yenildiği yıllardı o yıllar…
* Sokaklarda ayılar oynatılır, pek çok kişi de bu rezilliği, keyifle izlerdi…
* Raj Kapoor’un, ‘Avaremu’ şarkısının dillere yapıştığı; Cem Karaca’nın İzmir Fuarı’nı salladığı; yerli Elvis’imiz Erol Büyükburç’la, Kalipso Kralımız Metin Ersoy’un gazinoları inim inim inlettiği yıllardı o yıllar…
* Boksör Cemal Kamacı’mız vardı. Patlattığı her kroşeden sonra ayağa fırlardık o yıllarda..
* “Neil Armstrong Ay’a falan ayak basmadı, hepsi Hollywood tezgâhı” diye iddiaya girenler vardı o yıllarda…
* Muavinli dolmuşçuların Orhancı - Ferdici diyerek birbirini solladığı arabeskli yıllardı, o yıllar…
* Yün fanilalar soba askısında kurutulurdu o yıllarda…
* Gençlerimizin, Tom Miks, Teksas, Killing gibi hayal kahramanlarının müptelası olduğu yıllardı, o yıllar.
* O yıllar, Aziz Nesin kitaplarının ellerden düşürülmediği özellikle Zübük’ünün dillere dolandığı yıllardı…
* Kemalettin Tuğcu’nun kitapları okunurdu, ağlayarak.
* Şehirlerarası otobüslerde sigaranın içildiği; uzun yolculuklarda sigara dumanından gözün gözü göremediği yıllardı, o yıllar…
… …
Günahıyla, sevabıyla yaşandı gitti.