Hz. Ali, Resulullahın beyaz sancağını Hayber kalesinin önüne dikti. Bu arada Hayberlilerin kuvvetli ve cesur bir adamı kabul edilen Merhab, askerleriyle birlikte kaleden çıktı. İki kat zırh giymiş ve iki adet de kılıç kuşanmıştı. "Ben," diye kükredi, "arslanları bile kılıç ve mızrakla yere seren biriyimdir." Hz. Ali ise, "Ben de annemin bana Haydar adını taktığı insanım. Cesarette ormandaki en heybetli aslanlar gibiyim. Sizi yaşatmayacak, yere sereceğim" diye haykırdı.

Yapılan teke tek mücadelede Hz. Ali, Yahudilerin en kuvvetli adamı Merhab’ı ikiye bölerek yere serdi. Manzarayı gören Resulullah, "Sevininiz, artık Hayber'in fethi kolaylaştı" buyurdu. Bunun üzerine mücahitler hep birden hücuma geçip kaleyi ele geçirdiler.

Hz. Ali, pek ağır olan kalenin demir kapısını yerinden söküp kalkan olarak kullandı. Harp bitince kapıyı yere bıraktı. Fakat sekiz kişi kapıyı yerden kaldıramadı.

Hz. Ali, Tebük Savaşı hariç, Peygamberimizle birlikte bütün savaşlara katıldı. Bu savaşa katılmamasının sebebi de Resulullahın Medine'de, onu yerine vekil bırakmasıydı.

HZ. ALİ’NİN HZ. FATIMA İLE EVLİLİĞİ

Hz. Ali'nin bu faziletlerinin yanı sıra Peygamber Efendimizin en küçük ve en sevgili kızı Hz. Fâtima ile evlenmesi de onun için pek büyük bir şereftir. Peygamber Efendimizin Medine'ye teşriflerinden beş ay sonra Hz. Fatima, Hz. Ali ile nikâhlanmış, Hicretin 2. yılında Bedir Savaşından sonra da evlenmişlerdir.

Düğün için Resulullah (a.s.m.) Hz. Bilâl-i Habeşi'ye, "Dört beş avuç un ekmek yapılsın ve bir deve yavrusu kesilsin!" diye emretmiş. Bilâl-i Habeşi Hazretleri der ki,

"Ben yemeği getirdim, mübarek elini üstüne vurdu. Sonra Sahabeler taife taife gelip yediler gittiler. O yemekten geri kalan miktar için de dua etti. Bütün hanımlarına birer kâse gönderildi. Ayrıca emretti ki, "Hem yesinler, hem de yanlarına gelenlere yedirsinler."

Evet böyle mübârek bir evlilikte, elbette böyle bir bereket lâzımdır ve vukuu katidir. Birer sene arayla bu mübarek evlilikten Hz. Hasan ve Hüseyin'in dünyaya gelişi, Peygamber Efendimizi çok sevindirdi. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) nur torunları Hz. Hasan ve Hüseyin'i son derece sever, onları omuzlarına alır, taşırdı. Ve haklarında şöyle buyururdu:

"Onlar benim dünyada öpüp kokladığım iki reyhanımdır."

HZ. ALİ’NİN HALİFELİĞİ

Hz. Osman'ın şehid edilmesi üzerine karışıklık sürüp gidiyordu. Asiler, Hz. Osman'ın yerine kime halife olmasını teklif etmişlerse hep red cevabı aldılar. Kimse böyle bir zamanda hilafeti almak istemiyordu. Nihayet fitnenin daha fazla yayılmaması için Medineliler bir araya gelerek Hz. Ali'nin halifeliğinde ittifak ettiler. Hz. Ali kabul etmek istemediyse de, karışıklığın önünü almak, fitne ve fesadı önlemek için bu ağır mesuliyeti kabul etmek zorunda kaldı.

Hz. Ali'yi bekleyen müşküller pek çoktu. Ilk önce her tarafa kendi tayin ettiği valileri gönderdi. Tayin ettiği vâlilerin hepsi de idarecilik hususunda liyakatliydi. Hz. Ali, valilerine güveniyordu. Onları vazifelerine gönderirken birtakım tavsiyelerde bulundu.

Hz. Ali, adâletin mutlaka yerini bulması çok titiz davranırdı. Makam ve mevkileri ne olursa olsun, hukuk ve hakim karşısında insanların eşit olduğunu bizzat kendi hayatıyla ispatladı. Mü'minlerin halifesi olduğu halde, bir Yahudi ile muhakeme edilmekten çekinmedi. Şöyle ki:

Hz. Ali, Sıffin Savaşına giderken yolda zırhını kaybetmişti. Harp bitip, Kûfe'ye döndüğünde, zırhını bir Yahudi’nin elinde gördü. Yahudi’ye şöyle dedi:

"Bu benim zırhımdır. Onu ne birine sattım, ne de hediye ettim." Yahudi, "Bu benim zırhımdır ve benim elimdedir" dedi. Hz. Ali, isteseydi zırhı ondan hemen alabilirdi.

(SÜRECEK)