I

“Ah!”

İlk söyleyişte o iki harflik sözcük kurşun yarasıdır sanki, o anda hissedilmese de gittikçe genişleyen acısıyla.

Yazmaya görün onu, o derinleşen acı bir kâinata dönüşecektir giderek genişleyen.

Musiki, şüphesiz diller üstü bir dildir, “Ah!” ise diller ötesi derinliğiyle düş işlemez bir yaradır ki kabuk tutmayan. Kırmızı dışında bütün renkleri yutar. Ama an gelir bir ışık kırılmasıyla mavi ve tonlarıyla göklere çıkan acısıdır denizlerin.

Mor dışındaki cümle rengi yutmaya görsün; menekşeden leylağa, sümbülden begonvile, ortancadan güle hüzün sarınmış acısıdır ışığın.

Bir kıvılcımdan dönüştüğü yangınla caz çığlığıdır acılar ikliminin. Ağıt, bozlak, gazel olup savrulur gönüllere, o kendinden tutuşan kırmızı.

Gördüğünde, hissettiğinde kalamamak sesin, ışığın, rengin satır aralarını okuyup arka planına dokunmak müellifin bakış acısıyla/açısıyla doğru orantılı bir derinliktir. Salt kendinde, Ahında, olanı / olmayanı değil, yaşanabilecekleri de söyleyendir bize.

II

“Tahtalara gelesice” diye ilenir kadınlar Anadolu’da eşleri için çokluk. Ölüp gidince de feryat figan tutar mahalleyi “Evimin direğiydi” diye…

Borsa günlerinde ise “Tahtası kapalı” diye bir ifade vardır. Ne kâğıt satabilir ne de alabilir anlamında.

Ah şu ahşabın hayatımızdaki önem ve değeri… İlenirken, ağıt yakarken, okuyup yazarken (Kâğıt ve kalem de odundan değil mi? Hele antik çağdan yakın döneme.), buna ahşap çalgıları da ekleyiniz lütfen.

III

Güvenlik kameraları öylesine çoğaldı ki hayatlarımızda herkes bir belgesel oyuncusu artık desek abartmış olmayız. Bu kayıtların doğaçlama çekilen bir film olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

“Hayatım roman” diye bir söz var ya… Ki bu söylemin romanın kendisiyle yakın uzak bir ilgisi yoktur şüphesiz. Çünkü roman, bir kurgu sanatıdır. Eğer hayatımız roman ise güvenlik kamerası kayıtları için de belgesel film desek nasıl olur acaba?!!!

IV

Akıl ve sezgi insanın doğayı/kâinatı, okuma-anlama-anlatabilme durumunun sarmal merdivenidir. Akıl-sezgi ilişkisinde sezgi, aklı kışkırtan ayaktır.

V

Hem tanıdık, yabancı hem de duygu ve algısına kapıldığınız oldu mu hiç? Yakının uzak, uzağın yakın olması mı deseydim yoksa?

Tepeden tırnağa iliklerinizde hissedersiniz güneşi, deli taylar misali koşar damarlarınızda. Bütün bunlara karşın nasıl da uzaktır size. Lâkin yitip gidersiniz o ışığın içinde. Bu bir aşk şiiridir desem inanır mısınız?

VI

Uykunun kollarına düşmeden önce, uyku düşülen bir şeydir çünkü, düş kurduğundan mı hep rüya göremediğini düşünüyordu. Yüklükte saklanan çocuğun bulunmaya can atması gibi bir şeydi bu. Belleğiyle tutuştuğu düelloda o körkuyudan çıkabilecek miydi? Bilim-insanları herkesin rüya gördüğünü ve son birkaç saniyesini hatırladıklarını belirtmiyor muydu?

Bir harfi görüp de her harf bir rüyadır çünkü, onu hatırlamamak ütopya ile distopya arasında bir an olmalıydı, gündelik zaman boyutundaki o birkaç kare, kaç vaktin imgeci senteziydi acaba? Geçmiş, geçilmemiş ve geçilecek elbette boyutların cem olduğu rüyada.