Geçen hafta ülkemizde yaşanan kuraklık tehlikesine dikkat çekmek için,
“Suyla geldiğimiz âlemden, susuz gideceğiz tezelden” uyarısı yapmıştım.
Devlet büyüklerimiz çok meşgul (!) oldukları için Belediye seçimleri öncesi oy kaybederiz düşüncesiyle kuraklık tehlikesine karşı sizleri uyarmıyorlar.
Bu görev biz gazetecilere düşüyor.
Suyunuza sahip çıkın. Daha az su kullanın. Banyo ve duşlarınızı kısa tutun.
Sık sık çamaşır, bulaşık yıkamayın. Tuvalete her girdiğinizde sifonu çekmeyin. Araba yıkamayın. Toplu taşıma araçlarını kullanın ve mutlaka ağaç dikin.
BU DÜNYA DEDELERİMİZİN MİRASI DEĞİL, TORUNLARIMIZIN EMANETİDİR..
Bugün İstanbul’da ısı 20 derece. Ağaçlar yalancı bahara aldanıp, çiçek açtılar. Erkekler ceketle gezmeye başladı. Bayanlar kışlık kürk, manto ve çizmelerini giymeye devam ediyorlar. Yediden yetmişe bütün bayanların tayt denilen çorap pantolon giymesi, çok ilginç, çok garip renk ve kıyafet cümbüşü oluşturuyor.
Anlaşılan, bayanlar asırlarca giydikleri, etekten iyice bıkmışlar.
Taytlar bayanlara ayrı bir hava ve özgürlük vermiş.
Televizyonlarda aptal diziler furyası devam ediyor. Uzun bacaklı, varoş dudaklı genç kızlar aptal dizilerin vazgeçilmez oyuncuları olduğu için, her gün gazetelerde onların haftalık ve aylık aşk maceraları tefrika ediliyor.
Halkımızın bu aptal dizilere itibar etmesi beni çok üzüyor ve düşündürüyor.
İstanbul’da her semtte ve mahallede dizi çekimi yapılması ayrı bir işkence.
1980’lerde televizyonlarda Brezilya dizileri revaçtaydı. Bizler onlardan otuz sene sonra aptal dizilerin esiri olduk. Demek ki Brezilya’dan bile otuz sene gerideyiz.
Tekâmül (gelişim) yasasına göre, tabiattaki bütün canlılar kendi türlerinin mükemmelliğine doğru yol aldıkları halde, bazı insanlarımızın kendilerini geliştirmemekte bu kadar direnmesi hayra âlamet değildir.
İstanbul’da büyük depremden tam 13 sene sonra kentsel dönüşüme karar verilmesi İstanbul’u şantiyeye çevirdi.
Bir sokakta apartmanlar yıkılıyor, bir sokakta dizi film çevriliyor. Tam bir komedi…
İstanbul’da 1999 depremi sonrası yaşadığımız korkulu hayatı şöyle yorumlamıştım.
Yastığa başını koyunca düşünüyorsun,
Yarına var mısın, yok musun bilmiyorsun,
Ölmeden mezara girmiş gibiyiz İstanbul’da,
Bir varmış, bir yokmuş misali yaşıyorsun…(Mehmet Özata)
Dün gece Kadıköy Evlendirme Dairesinde Bahariye Türk Sanat Müziği korosunun konserine gittim. Şef Murat Büyükkaya’nın yönettiği konserde koro ve solistler birbirinden güzel şarkılarla ruhlarımızı yücelttiler.
Yaklaşık iki saat süren konserde, solist Gülay Dereli, sözleri Ülkü Aker’e, bestesi Avni Anıl’a ait “Gözlerin bir aşk bilmecesi sorar gibi” adlı Nihavent şarkıyla, Betül Öztürk, sözleri Hücesta Aksavrın’a, bestesi Selahattin İçli’ye ait “Bir sabah bakacaksın ki bir tanem, ben yokum” adlı Kürdilihicazkâr şarkıyla gönül tellerimizi titrettiler.
Sözleri H. Bekir Sabarkan’a, bestesi İsak Varon’a ait şu Rast şarkıyı çok severim..
Bir yaş gibi gözden süzülüp kalbime aktın,
Yaktın beni ey sevgili, yaktın da bıraktın!
Yıldızları sönmüş ne derin çöllere attın,
Yaktın beni ey sevgili; yaktın da bıraktın…
Sözleri Ahmet Rasim’e, bestesi Tatyos Efendi’ye ait şu Rast beni halden hâle sokar.
Bir gönlüme, bir hal-i perişanıma baktım,
Zalim seni yâd eyleye, ah eyleye çaktım,
Sen yoksun, o yok, ben yalnız çıldıracaktım,
Zalim seni yâd eyleye, ah eyleye çaktım…