Planlarımızda Haziran’da tatil yoktu, ama kardeşim Recep’le eşi Sema, Antalya’da yaşayan oğulları Ahmet’i ziyaret edeceklerini söyleyip bize de ısrar edince, eşim Hülya ile birlikte geçen hafta “bir haftalık Antalya kaçamağı” yaptık.

Antalya, 1970’lerin başından beri sayısız defalar gittiğim, adeta her noktasını bildiğim ve sevdiğim “olağanüstü” kent. Oğlumuz Onur da, uzunca bir süre orada yaşadı zaten.

Ama, Antalya seyahati demek, her defasında yeni keşifler, yeni gözlemler demek…

Nitekim, bu kez de Burdur’dan Salda Gölü yoluna saptık. Yeşilova ilçesindeki bu “ünlü” gölü, şimdiye dek görme fırsatımız olmamıştı. Gölün ünü, beyaz kumsalı ve turkuaz suyu ile “Türkiye’nin Maldivleri” olarak tanınmasından daha çok, son zamanlardaki “doğa katliamı girişimleri” ile ilgili yoğun haberlerden geliyor.

Görünce, ben de herkes gibi tek kelimeyle büyülendim ve “Bu güzelliğe kıymayın efendiler!” diye mırıldanmaktan kendimi alamadım.

Salda’dan tekrar Burdur’a dönmeyip, Antalya’ya Korkuteli üzerinden, güzelim manzaralar içinden geçerek ulaştık.

*

Yeğenim Ahmet ve eşi İzlem de, İzlem’in annesi (Trabzon kökenli, Zonguldaklı, Maden Mühendisi) Ayşe Çebi de, Lara tarafında oturuyorlar.

İklim de, Antalya için en uygun iklimdi; ne çok sıcak, ne de soğuk…Antalya’nın 40 ve üstü derecelerini çok yaşamış insanlar olarak zamanlamadan son derece memnun kaldık.

Hayat yeni yeni normale dönmekte olduğu için, Antalya’nın gezilebilir yerlerinde de, plajlarda da henüz insan yığınları yoktu. Hatta, deniz de henüz kirletilmemişti…

Hele hele yabancı turist hiç yoktu. Ruslar, Avrupalılar yok değildi, ama onlar da Antalya’ya yerleşmiş olanlardı.

*

Pandemi süreci devam ettiği için, dostlarıma telefonla “merhaba” deyip, “bir araya gelelim” tekliflerini, “bir dahaki sefere” diye geri çevirdim.

Antalya eski Büyükşehir Belediye Başkanı ve geçmiş dönem Antalya Milletvekili Prof.Dr. Mustafa Akaydın, Prof.Dr. Rahmi Türk, Çorum eski Vali Yardımcısı Remzi Sadi, ÇEKVA ve TÜÇİAD Başkanı Kemal Koçak, ÇEKVA eski başkanları İsmet Tandoğan ve İbrahim Günal, yazar arkadaşımız Gazanfer Eryüksel, güreş antrenörü ve TV program yapımcısı Gazanfer Özdemir, iş insanı Hasan Yaşar…

Telefonla ulaşamadığım bazı dostlar da oldu.

Mevlüt Çetinkaya ve Adil Bilir’le, bir çay içimi buluştuk, özlem giderdik.

Ethem Özkubat ve Ali Şimşek’le, Güzeloba’da Düden Çayı yanındaki kır lokantasında “mangal keyfi” ise, trafikte tesadüfen karşılaşmanın kaçınılmaz sonucu oldu.

*

İzlem ile Ahmet’in tavsiyeleri üzerine, bir akşamımızı da Kundu ile Belek arasındaki alışveriş, konaklama ve eğlence kompleksi “The Land Of Legends” isimli dev tesislerdeki muhteşem gösterilere ayırdık.

Işıklı su gösterileri, gondollar, bale, müzik, olağanüstü görsel zenginlik, masalsı bir senaryo…

Tek kelimeyle büyüleyici…

Bir efsanenin içinde nefes almak ve ondan küçücük bir rol kapmak gibi…

Rixos oteller zincirinin sahibi Fettah Tamince tarafından 4 yıl önce ilk bölümü hizmete sunulan 4 milyar liralık proje, “Türkiye’nin en büyük yaşam ve eğlence parkı” ve “yeni nesil eğlence destinasyonlarının ilk halkası” olarak niteleniyor.

Dünyanın en ünlü markalarının mağazaları, devasa bir çocuk eğlence merkezi ve Türkiye’nin çocuklara özel tasarlanmış ilk otelini bünyesinde barındıran 1.100 yataklı tesis, tartışmasız “global bir proje”…

Gösteriler gerçekten görülmeye ve bu büyülü ortam gerçekten teneffüs edilmeye değer.

*

Yıllardır Isparta’dan geçiyorduk, ama kenti tanıyacak kadar zamanı bir türlü ayıramamıştık.

Bu kez dönüşte bunu yaptık.

Dün saygıyla andığımız merhum Süleyman Demirel’in memleketi Isparta, geniş caddeleri, düzenli yapılaşması ve insanlarının konukseverliği ile “güzel” bir kent.

“Kışın gelemiyoruz, bari yazın görelim” deyip Davraz Kayak Merkezi’ne çıktık.

Tesisler gayet güzel.

Kışın bir fırsat yaratmak gerek aslında.

Davraz’ın eteğindeki bir köyden de, reçellik gül yaprağı ile keçi peyniri aldık.

Genç, temiz yüzlü bir delikanlı, bir kilo gül yaprağı için para almak istemedi. Üsteleyince de, “Bunu biz toptan 5-7 liradan veriyoruz” dedi.

Sonra internette bir bilgiye rastladık ki, İstanbul’da gül yaprağının kilosu 60 lira imiş.

Bu nasıl iş?

Üreticimizi böyle eziyoruz.

Üretimden soğutuyoruz, tarımı böyle böyle öldürüyoruz.

Ve de tüketicimizi böyle kazıklıyoruz!

Yazıktır, günahtır!

*

Gelelim, Antalya’nın yaşamakta olduğu büyük kâbusa…

Pandemi sürecinde ülkemize, dolayısıyla Antalya’ya turist gelmedi. Şimdilerde iç turizm biraz canlansa da, dışarıdan gelen turist yok. Bir-iki ay daha da gelecek gibi görünmüyor. Çünkü, Avrupa ülkeleri bu yıl insanlarını, AB ülkelerinde tatil yapmaya yönlendiriyor. Rusya ise henüz dışarı çıkacak insanlarına kapıları açmadı.

16 Haziran tarihli Hürriyet’te “İbiza adasına Alman akını” başlıklı bir haber vardı.

İspanya, toplu turizme kapılarını açmadan önce, binlerce Alman turisti pilot bir proje kapsamında Balear adalarında ağırlamaya başlamış.

Haberde, Avrupa ülkelerinin önceki gün itibariyle kendi aralarındaki sınırları açtıkları bilgisi de veriliyor.

Türkiye’ye ise kapılar açılmıyor.

Avrupalı, “Bu süreçte, tatil için harcanacak para AB içinde kalsın” diye düşünüyor.

Ve turizmin içindeki insanların, bu yıl Antalya ekonomisinin yarı yarıya küçüleceği ve yüzbinlerce insanın işsiz kalacağı tahminini yaparlarken, acıları, kaygıları yüzlerinden okunuyor.

*

Türkiye geçen yıl 50 milyonun üzerinde turist ağırlamış ve 35 milyar dolar turizm geliri elde etmişti.

İspanya ise, yine geçen yıl 82 milyon turist ağırlayıp, 87 milyar euro gelir sağlamış.

Bu rakamlardan, İspanya’nın daha fazla tercih edilmesi yanında, paralı turistin İspanya’yı, parasız turistin Türkiye’yi seçtiği de anlaşılıyor.

Üstelik, yalnızca Antalya’nın 5 yıldızlı otel sayısı, İspanya’nın tümünden daha fazla. Antalya’nın 400’ün üzerinde 5 yıldızlı oteli var, İspanya’nın ise 300’ün altında.

Yıllık 16 milyon civarında turist ağırlayan Antalya’nın, bu yıl büyük bir hayal kırıklığı yaşaması kaçınılmaz. Kalan aylarda eskisi gibi turist gelse bile, yıl toplamı itibariyle rakamlar yarıda kalmaya mahkûm. Kaldı ki, bu da mümkün değil.

Antalya’yı zor günlerin beklediği ortada.

Ülkemiz geneli ile ilgili ekonomik kaygılarımı ise sürekli ifade ediyorum; bir yandan iyimserliği elden bırakmadan ve umudu hep canlı tutmaya özen göstererek…

Antalya için de umudumu korumak istiyorum, tablonun tüm karamsarlığına rağmen…


Mehmet Yolyapar, Konyaaltı sahilinde…

Hülya-Mehmet Yolyapar çifti, Salda Gölü’nde…

Sema-Recep Yolyapar’ın, Ankara’da yaşayan kızları Demet ile damatları Gürol Öztürk’ü, Manavgat’taki yazlıklarında ziyaret…(Soldan sağa: Ahmet ve İzlem Yolyapar, Recep Yolyapar, önünde torunu Can Yolyapar, Sema Yolyapar, Hülya Yolyapar, anne Jale Öztürk, Gürol ve Demet Öztürk ile kızları İpek…

“The Land Of Legends” alışveriş, otel, eğlence konseptinin büyüleyici manzarası ve Hülya Yolyapar…

Masalsı gösteriden bir an…

Ali Şimşek’in daveti üzerine, Güzeloba’da Düden Çayı yanındaki kır lokantasında “mangal keyfi”…Hülya-Mehmet Yolyapar, Sema-Recep Yolyapar, Safinaz-Ethem Özkubat ve Zekine-Ali Şimşek çiftleri…

Lara’daki Polis Kampı’ndan…(Soldan sağa: Mehmet, Hülya, Sema, İzlem ve Can Yolyapar, Ayşe Çebi.)

Isparta Davraz Kayak Merkezi’nde Hülya-Mehmet Yolyapar ve Sema-Recep Yolyapar…