YUSUF’UN NİŞANI

11 Mart 1962, Pazar.

Yusuf henüz bekârdı. Anası babası birkaç yerde kız bakmışlar, olmamış; sonunda komşu Çiçeklikeller köyünde karar kılmışlar. Söz kesilmiş; nişan günü olarak da 11 Mart günü belirlenmişti.

O günün sabahında biz de köylüyle birlikte nişan için yürüyerek Çiçeklikeller köyünün yolunu tutuyoruz. Hava açık ve güneşli… Fikri öğretmenin, “çanta radyo”su elinde… Sesi açık. Türkü saati… O yıllarda çok ünlü bir ses sanatçısı olan Nezahat Bayram; o güzel sesiyle “Tanrıdan diledim bu kadar dilek” türküsüyle başlamıştır programına. Sesi mi çok dokunaklı, yoksa türküsü mü kestiremiyorum. Sanıyorum her ikisi de. O güzel ezgisiyle yüreğimin bam tellerini titretiyor.

Transistorlu radyolar piyasaya çıkalı çok olmamıştı. Halk arasında elde kolay taşınırlılığından dolayı “çanta radyo” adı verilmişti. İki hafta önce maaş almak için Sungurlu’ya indiğimizde Fikri öğretmen 650 liraya almıştı bu radyosunu. Transistorluydu ve pille çalışıyordu. 200 lirasını peşin vermiş, kalanını 150’şer liradan takside başlamıştı. Ederi, neredeyse bir öğretmenin maaşının iki katına denkti. Ama Fikri öğretmenin annesi terziydi. Dikiş makinesi vardı. Köy kadınlarının dikiş işlerini de yaptığından, elde ettiği ücretle Fikri öğretmene parasal destek de sağlıyor.

Yayan yolculuğumuz neşeli bir ortamda tam bir saat sürüyor. Köye varıyoruz. Kadınlar, kızlar kız evine giderken, erkekler köy içine dağılıyor. Biz de Yusuf ve Fikri Öğretmenle birlikte okulun öğretmenine konuk oluyoruz. Köy tek öğretmenli.. O da yedek subay öğretmenlerden ve bekar. Fikri öğretmenin devresinden…

Sevecen, coşkulu söyleşi de uzayıp gidiyor.

Yusuf’un düğünü bir yıl sonra yapılacak; bense o tarihte askerde olacak, düğününde bulunamayacaktım ne yazık ki.

19 Mart 1962, Pazartesi.

Gece sabaha kadar yağmur yağıyor; odam da sürekli damlıyor. Bunu önlemem mümkün değil.  Gündüz de akşama kadar yağan yağmurda odamın damlaması sürmüş. Bu çile ancak okulların tatile girmesiyle bitecek sanıyorum. Akşam okuldan odama döndüğümde de şöyle bir dörtlük dökülüyor dilimden:

“Çok yürüdüm, bacaklarım hamladı.

Yağmur yağdı, odam yine damladı.

Bu bitmeyen sıkıntılar, çileler;

Yüreğimi kederledi, gamladı.”

DOĞADA BAHARIN KOKUSU

Güneş gökyüzünde sıcak sıcak gülümsüyor, havalar da iyiden iyiye ılıyordu. Kimi zaman yağan yağmurlar havayı serinletse de, doğaya bahar kokusu sinmeye başlamıştı. Doğa canlanıyor, kırlar bayırlar yeşeriyor, çiçekleniyordu yavaş yavaş. Köyün kıyısında bulunan bir iki bahçedeki ağaçlar da baharı muştuluyordu. Buralardaki erik, vişne ve kaysı ağaçlarının dalları duman gibi bembeyaz çiçeğe durmuştu. Yakında yapraklanıp meyveye durmaları uzak sayılmazdı. Havalar ısınıp doğa yeşerince, bin bir tür börtü-böcek de uyanmışlardı kış uykusundan. Arılar çiçekten çiçeğe gezinip balözü (polen) toplarken, kuşlar da dallarda cıvıl cıvıldı. Hacı leylekler, güzün gittikleri uzak, sıcak ülkelerden dönmüşler, Yumurtlama ve yavru çıkarma hazırlığındalar. Lak lak sesleri eksilmiyordu yuvalarında. Kuzular, oğlaklar ve buzağılar yaşama yenice “merhaba” demiş, evlerin minik ve sevimli konuklarıydılar. Onlar; kırlarda coşkulu bir biçimde hoplayıp zıplayarak, doğaya ayrı bir renk ve farklı bir güzellik katan doğanın canlı süsüydüler.

Elbet bahar güzellikleri insanların yüreklerinde de yediveren gülleri açtırıyordu sanki.

Öğrenciler okul çıkışlarında kendilerini kırlara vuruyor; topladıkları sarıçiğdem demetleriyle dönüyorlardı evlerine. Hatta benim güneş girmeyen odama bile öğrencilerim sayesinde demet demet çiğdem çiçeği girmişti. Açıkçası hava güzel olunca, benim de odama giresim gelmiyor. Günler iyice uzuyor, gece ve gündüzün uzunluğu eşitleniyordu.

Zaman zaman okulun kuzeyindeki tepelere doğru çıkıyoruz Yusuf’la, Fikri öğretmenle. Bu kıraç tepelerin gerisinde, aşağıda bulunan düzlükler tamamen bağlık. Bağlar farklı türdeki meyve ağaçlarıyla donatılı. Bu bağların, köy için önemli bir gelir kaynağı olduğunu söylüyor Yusuf. Bağ bozumu mevsiminde taşradan gelen üzüm tüccarları, üzümleri bağda satın alıp kamyon kamyon taşıyorlarmış. Köyün üretime dayalı geçiminin önemli bir bölümünü tarım ve hayvancılık dışında bağcılığın da önemli bir yer tuttuğunu gözlemliyoruz.

Havalar güzel olunca öğrencileri de sınıflarda tutmak zor artık. O nedenle tarım-iş, beden eğitimi hatta resim-iş derslerini bile dışarıda, okul bahçesinde ya da bahçe dışında açık havada yapıyoruz.

(SÜRECEK)