“Müfettiş bey,” diyorum sakin bir sesle. “Ben mazeret beyan etmiyorum. Genel durumu anlatıyorum size. Meslekte yeni olmam nedeniyle bir kısım eksiklerim, yetersizliklerim olabilir. Bunu kabul ederim. Ama ben görev bilinci içinde, tüm gücüm ve iyi niyetimle dalga geçmeden çalışıyorum. Bunun da bilinmesini isterim.”

Son cümlemde sesim biraz yükselmişti.

O, sert bir biçimde:

“Konuşurken saygı sınırlarını zorluyorsun. Karşındakinin sicil amirin olduğunu unutma!”

İyice kan beynime sıçrıyor. Bunda rahatsızlığımın da payı var elbette. Bu kez bilerek yükseltiyorum sesimi:

“Unutmuyorum Müfettiş Bey!” diyorum. “Saygı sınırlarını da zorlamıyorum. Okulların kapanmasına daha 2,5 ay var. Bu süre içinde boş mu duracağız? Çalışmayacak mıyız? Neden çalışmalarımı görmezden geliyorsunuz? Meslekte ilk yılım olduğunu göz ardı etmeden siz her şeyden önce bana güven vermeli, rehber olmalısınız.”

Suratım nasıl bir durum almış olmalı ki birden ses tonu yumuşuyor; zoraki gülümsüyor:

“Tamam, tamam! Başarılı olacağınıza inanıyorum.” deyip tartışmayı o kesiyor.

 Beynim zonkluyor, başımdaki ağrı da dayanılmaz biçimde artıyor.

Öğle ara vermesinde Fikri öğretmene konuk oluyoruz. Fikri öğretmenin annesi veriyor öğle yemeğini. Rahatsızlığım nedeniyle canım yemek istemiyor. Ama yine de kaşığın ucuyla uzanıyorum yemeğe. Fikri’nin annesi bir aspirin veriyor bana. Teşekkür ederek alıp içiyorum.

 Yemek sonrası sözde söyleşiye geçiyoruz. Hiç tadım, düzenim yok. Müfettiş M.T. eğitim öğretimdeki eleştirilerinin ardından; ağırlıklı olarak bu kez de okullara gönderilen gıda yardımlarının yani un, yağ ve süttozunun okulumuzda nasıl yoğaltıldığını (tüketildiğini) soruyor.

Bunlar; A.B.D’nin “Marshall Yardımı” adı altında ülkemize gönderdiği (aslında getiren gemilerin taşıma ücretinin de ülkemize ödetildiği) gıda yardımlarıydı(!)  Bu yardımlar Milli Eğitim Bakanlığı kanalıyla okullara ulaştırılan; okullarda hazırlatılarak öğrencilere yedirilmesi zorunlu tutulan süttozu, peynir, un ve yağ gibi gıda maddeleriydi. Bizim okulumuza da un, yağ ve süttozu ayrılmış, onu da Sungurlu’dan biz getirmiştik. Müfettiş M. T.’nin sorduğu gıda maddeleri bunlardı. Bakanlıktan Milli Eğitim Müdürlüklerine, oradan da ilköğretim müdürlükleri aracılığıyla okul müdürlüklerine ulaştırılan buyruklar doğrultusunda, gıda maddelerinin okullarda nasıl tüketileceği de belirtilmişti.

Nasıl mı? Şöyleydi: Köyden bir hizmetli (erkek ya da kadın) tutulacak. Okul bahçesine kurulan bir ocakta un suyla yoğrulup, yağ destekli çörek; süttozu da büyük bir kazanda suyla karıştırılıp, kaynatılarak süt haline getirilecekti. Öğrencilerin evlerinden getirdikleri su bardaklarına doldurulan süt de çörekleriyle birlikte beslenme saatlerinde yedirilip, içirilecekti.

Sanıyorum öğrenci başına günlük 50 ya da 75 gram un, 25 gram süttozu, 15 gram da yağ yoğaltılacaktı. Yani tüketilecekti.

SÜTTOZU, UN VE YAĞ

TARTIŞMASI

Yapılacak, çatılacak diye buyruk vermek kolaydı da yapmak zordu. Yapacak kişiyi de bulduk diyelim. Ücretini nasıl ödeyecektik. Ücretini de karşıladığımızı varsayalım, yakacağı nereden ve nasıl temin edecektik? Köylünün zaten yakacağı yoktu. Yakacağı da bulduğumuzu kabul etsek, bu iş kış kıyamette okul bahçesinde nasıl yapılacaktı. Evlere gönderip yaptırmak da mümkün değildi. Yaptığımız nabız yoklamasında 85 öğrencinin 20 tanesinin annesi çörekleri evde yapmaya “olur” demişlerdi ama diğerleri bu işe yaklaşmamışlardı.  Durum böyle olunca, ben de çocukların payına düşen gıda maddelerinin hesabını yaparak, onları öğrencilere paylaştırıp hafta sonları evlerine göndermeye başlamıştım.

Yaptığım uygulamanın böyle olduğunu söyleyince müfettiş M.T. müthiş öfkelenip, tepkilenmişti.

“Bu gıda maddelerini evlere nasıl dağıtırsınız efendim? Yaptığınızın yanlış olduğunu, görevinizi kötüye kullanmaktan hakkınızda kovuşturma açılabileceğini düşünmediniz mi hiç? Onlar öğrenciler için gönderilmiştir. Aile bireyleri bunlardan yararlanmayacaktır. Okulda hazırlatılıp, öğretmenlerin gözetiminde sadece öğrencilere yedirilip, içirilecektir.”

Fikri öğretmenin gözüne bakıyorum. O başını yere eğmiş, susuyor. Benden yana destekler durumda hiçbir söze katılmadığı gibi; beni bu işlerde tek başıma, tek sorumlu olarak bırakmıştı Müfettiş M. T.’nin karşısında.

“Sayın müfettişim, biz zorluklarımızı anlattık size. Bunları okulda yapacak kişinin ücreti, yakacak sorunu, mevsimin özelliği bizim açmazlarımız. Onun için bu iş olanaksız.”

“Mazeret üretmeyiniz efendim. Yukardan gelen buyruk neyse, onu uygulamak zorundasınız. Bizler de bunun takipçisiyiz elbette.”

(SÜRECEK)