Onu ortak bir dostumuzun Antalya’daki düğününde tanımıştım.

Aynı masaya oturtulmuş, düğün boyunca sohbet etmiştik.

Ben elimi uzatıp, adımı söyleyince o da mütevazıca elimi sıkmış “Tahsin Tarık” demişti.

Şaşırmıştım.

Yüzümdeki ifadeyi görünce de “Üregül’ü de var” demiş, sonra da “Tahsin Tarık Üregül” diyerek, yasal adına söylemişti.

O gün, o denli, öyle güzel şeyler konuşmuştuk ki, zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım.

Her konuda dolu dolu bir insandı Rahmetli.

“Bugünkü sohbetimizden sonra hayranlığım katlandı size…” dediğimde; tebessüm etmiş, “Ben sıradan bir insan, sıradan bir sanatçıyım…” demişti mütevazıca…

Ve temelinde övgü olan pek çok sorumu da bu yapısı nedeniyle yanıtlamamış; “Başka konular konuşalım…” diye geçiştirmişti, o sorularımı.

*    *    *

16 Eylül onun ölüm yıl dönümü idi.

Yazım da hazırdı ama yine de atladık.

… …

Bağışla beni güzel insan, bağışla beni yeri doldurulamaz sanatçı.

Hâlâ seviliyor, hâlâ aranıyorsun.

Yerin doldurulmadı, doldurulamaz da.

Işıklar içinde uyu…

*    *    *

Bu arada Rahmetlinin "Anne Başımda Bit Var " kitabında okuyup, çok üzüldüğüm bir anısını var.

O anıyı paylaşmak isterim.

Sabah kapı hışımla açıldı.

İki polis içeri baktı:

"Burada bir artist varmış. Kimmiş bu artist!?...” dediler.

"Buradayım" demek zorunda kaldım.

"Çık dışarı!" dediler, kin dolu bir ifadeyle…

Çıktım.

O polislerden biri, "Al su süpürgeyi eline" dedi ve hücrelere doğru

bağırarak devam etti:

"Beni dinleyin! Herkes çöpünü kapının altından atacak; bu artist de

buraları süpürecek."

Bir an, süpüreyim mi süpürmeyeyim mi diye düşündüm. Sonra elimdeki saplı süpürgeyi ayaklarımın çevresinde ufak ufak, isteksizce hareket ettirmeye başladım.

Polislerden biri bağırdı;

"Ulan çöplerinizi dışarı çıkartın, yoksa fena yaparım".

9 - 10 hücrenin hiçbirinde hareket olmadı.

Ben de gönülsüz, süpürmeyi bıraktım.

"Ulan çöplerinizi dışarı çıkartın! Vatan haini Tarık Akan toplayacak!"

O da ne...?

İlk kez biri bana 'vatan haini' diyordu.

Sözler kulağımda yankılandı.

Polis bir bana dönüyor 'vatan haini' diye bağırıyor, bir hücrelere dönüp küfrediyordu.

Sonra en uçtaki hücrelerden onu çılgına çeviren ses duyuldu:

"Memur bey, ben süpürürüm.

Tuvaletleri de yıkarım. Ama ona yakışmaz".

Hiç bu kadar gururlandığımı anımsamıyorum .

Boğazım düğümlenmişti.

Gözlerimin yaşarmasını engelleyemedim.”