AĞANIN ENSESİ

Padişah otururken,

Cuma Selamlığında;

Nüktedan İncili de

Padişahın yanında…

Padişah, aşağıda

kahvede olanları;

Tek tek seyre koyulmuş,

orda bulunanları.

Bakmış ki, Yeniçeri

Ağası da ordadır;

Kaykılmış arkasına,

nargile fokurdatır.

Hem iri gövdesiyle,

hem davudi sesiyle;

Dikkatleri çekmekte,

o geniş ensesiyle.

Padişah İncili’ye:

“O gördüğün enseye;

Bir tokat atar isen,

çaktırmadan kimseye

Sana bir kese altın.

”İncili Çavuş ürker;

“Yeniçeri Ağası

Olamaz Sultanım!” der.

“Biliyorum elbette,

hem akı, hem karayı;

Adımı da verirsen,

alamazsın parayı.

İncili dayanamaz;

bir kese altın adı;

Giderek, ensesine

yapıştırır tokadı.

Adam öfkeyle dönüp,

toparlar yakasını;

Tam bozmak üzereyken

onun fiyakasını…

İncili, yalvar yakar:

”Bağışla bilemedim!

Birisine benzettim,

şaka yapayım, dedim.”

“Ağam, öpeyim,”diye

“elini ayağını;”

Kurtarmış kendisini,

yemeden dayağını.

Padişahın canıysa,

elbet eğlenmek ister;

“İkinci şaplağı vur,

al üç kese altın,” der.

Damakları şakıyor,

altın deyince onun;

Başı, şimdi içinde,

ters dönmüş kavuğunun.

Farklı bir kişi gibi,

yaklaşmış ona yine;

Kuvvetli bir şamarı,

şaklatmış ensesine.

Ardından “tantan tintin,

” diyerek göbek atmış;

Kendinde değilmişçe,

deli taklidi yapmış.

Onu öldürmek için,

ağa çekmiş palayı,

Engel olup, demişler,

insanların alayı…

“Aklı olsa yapar mı?

Ağa bağışla onu;

Ne bilsin, zavallıcık,

senin kim olduğunu?”

Ağa kükremiş ona:

“Defol! Yoksa vururum!

Deli meli demem ha!

Kelleni uçururum!..”

Padişah çok hoşlanmış,

izlediği sahneden;

Demiş: “Bu ilginç oyun,

sürdürülmesin neden?”

İncili’ye dönerek:

“Şenlik olsun herkese;

Dört kese altın daha;

eder mi sekiz kese…

Hadi bre İncili,

hadi kendini göster;

Böylesine enseler,

daha çok şaplak ister!..”

Bu kez kaygılanmadan,

sekiz kese düşüyle;

Güçlü bir şaplak daha,

padişah gülüşüyle…

Şaplağı yiyen ağa,

öfke ile haykırmış;

İncili’yi yakadan,

kavrayarak yatırmış.

Bir elinde palası,

davranınca kesmeye;

“Dur be adam, sor hele!

Son arzun nedir diye;

Sen ne biçim insansın?”

diye incili kükrer;

“Vasiyetim var benim,

söylememe fırsat ver!”

Ağa duraksayınca

fırsat geçmiştir ele.

“Ey Ulu Tanrım!.” diye

çekerek bir besmele…

Ağaya der: “Ey alçak,

değil misin Müslüman?..”

Bu söz üzre ortalık,

olmuş gibi süt liman;

İncili sürdürerek:

“Sende bu kalın ense;

Bende tamah oldukça,

hep boşadır ne dense.

Köşk kafesi ardında,

sırma kavuklu Sultan;

Para kuyusu var ya,

bir kez kez şamarlatan…

Onun için beş defa,

on defa da vururum;

Neden, niçin ? Diyerek,

yapamazsın bir yorum.”

Ağa dönüp bakınca

kafesin arkasına;

Anlar, o sırmalıdır,

oyunu yapan ona.

Bırakır İncili’yi,

içinden lanet eder;

Palasını kınına

sokarak, kalkar gider.

(SÜRECEK)