VERMEMİŞ MABUT NEYLESİN MAHMUT
Kimi insanlar vardır,
talihsiz bir kişidir;
Şansları hiç gülmeyen,
hem de bahtsız kişidir.
Öykünün kahramanı,
işte böyle birisi;
Adı, “Tıkandı Baba”
öyküdedir gerisi.
Sultan Birinci Mahmut,
döneminde yaşarmış;
İstanbul- Beşiktaş’ta
yorgancılık yaparmış.
O kadar yayılmış ki
Tıkandı Baba ünü;
Sultan Birinci Mahmut
bile duymuş ününü.
Giysi değiştirerek
onu görmeye gitmiş;
Saf tavrı, konuşması,
Padişahı cezbetmiş.
Yardım etmek istemiş
adını gizleyerek;
Hayali, hayırsever
yurttaş adı vererek…
“Her baklava altına
birer altın gizleyin;
Bunu bir hayırsever
yurttaş gönderdi, deyin.”
Diyen Sultan bir tepsi
baklavayı iletmiş;
Tıkandı Baba ise
dinleyin bak ne etmiş.
Bir tepsi baklavaya
pek çok sevinmiş ama
“Boğazda bostan bitmez”
diyerek bir adama;
Satmış onu; “Parası
yaraya merhem olur;
İşimiz de az buçuk;”
Der: “Yoluna koyulur.”
Sultan Mahmut üzülür,
duyunca bu durumu;
Bir hafta sonra yapar
kendince bir yorumu.
Bu kez de nar gibi bir
tavuk kızarttırarak;
Ardından da içini
altınla doldurtarak…
Farklı bir kişi gibi
gönderir saf adama;
Bu kez de, “Bu altınla
toparlansın,” der ama…
Komşusu balta olur,
“Sen ki yoksul birisi;
Şanssızlık, bahtsızlıkta
talihsizler pirisin…
Tavuğunu bana sat,
dersem mutlak verirsin.
Vereceğim parayla,
bir hafta geçinirsin.”
Yaşam boyu yollarda
hep de kalmıştır yaya;
O da belli miktara
tutar satar komşuya.
Sultan çok öfkelenir,
durumu öğrenince;
“Bu kadar saflık olmaz!”
Der:“Ne sence, ne bence.”
Buyurur: “Tez zamanda
getirin huzuruma;
Açıkçası bu saflık,
çok gidiyor zoruma.”
Zavallı, apar topar
saraya götürülür;
Korkudan tiril tiril,
ölür ölür dirilir.
Sultan Mahmut gülerek:
“Korkmayınız!” der ona;
Sonra olup biteni
tek tek iletir ona.
Tıkandı Baba hemen,
bin bir şükür duayla;
Kapanır Padişahın
ayağına saygıyla.
Topkapı Sarayı’ndan
Padişah buyruğuyla;
Sultan arabasına
bindirilip alayla…
Hep birlikte gelirler
Mercan Yokuş başına;
Toplanmıştır tüm millet,
seyrine, yarışına.
Bir kalbur kasnağından
yapılmış bir çemberi;
Verip der ki: “Yokuştan
aşağıya, ileri…
Fırlatacaksın bunu,
vardığı yerden haber
Gelsin; tüm araziyi
yapılarla beraber…
Ben sana vereceğim;
hadi göreyim seni;
Kır şeytan bacağını,
döndür şu talihini.
Şaşkınlıktan çemberi
hedefe doğrultamaz;
Ne yazık ki telaştan
doğrultup fırlatamaz.
Hedef şaşar köşeden,
ağaca çarpar döner;
Çemberin hareketi
onun alnında söner.
Sonraki deneme de
başarısızdır yine;
Yazık ki çember yine
ulaşmaz hedefine.
Uzun uzun “La havle, y
a sabır,” çeker Sultan,
Der ki: “Şansın dönecek,
dayan birazcık dayan!”
Sonra alıp götürür,
Tıkandı’yı saraya;
Der ki: “Şansın yükselsin
bu kez güneşe, aya.
Tıkandı’yı götürür
Hazine Odası’na;
Burda son bulduracak
yüreğinin yasına.
Bu Hazine Odası
altınlarla doludur.
Buradan çıkan her yol,
varsıllığın yoludur.
Verilen kürek ile
altına daldıracak;
Kürekte kalan altın,
hepsi onun olacak.
Heyecanla küreği
tersinden daldırınca;
Daldırıp da küreği
havaya kaldırınca…
Küreğin kubbesinde
bir iki altın kalır;
Şair ruhlu Padişah
buna şaşırakalır
Der: “Vermeyince Mabut;
Ne Yapsın Sultan Mahmut.”
(SÜRECEK)