Ülkenin birinde kral şehirde gezerken gördüğü genç kadından çok etkilenir. Sorup soruşturtur; kimdir kimin nesidir.

Ülkenin en bilinen, en sevilen demircisinin karısı olduğunu öğrenir. Unutmak istese de atamaz aklından, günden güne büyür arzusu. Nasıl unuturum diye danıştığı etrafındaki dalkavuklar; “unutmanıza ne gerek var kralım, demirciyi asalım sorun kalmasın” diye akıl verirler. Durup dururken hem de şehrin en sevilen insanını astırmak konusunda şüpheye düşer kral, ama ona da çözüm bulur dalkavuklar; “yeni sarayınız için ertesi güne bin çivi yapmasını isteriz“. Aklına yatar kralın bu fikir. Demirciyi huzura çağırtıp, “Yarına kadar bin tane çivi yapmazsan, şafakta asılacaksın” der.

Bir günde bin çivinin yapılamayacağını bilse de demirci, endişelerinden sıyrılıp çivi yapmaya başlar; hem de her zamankinden daha özene bezene. Durumdan haberdar olan karısı ve yakınları feryat figan ağlayıp sızlarken, o çalışmaktan ağlamaya zaman bile bulamamıştır. Kaygısızlığını hele hele bu kadar özenerek çivi yapmasını dile getirenlere serzenenlere de “Sabahın da bir sahibi vardır, sabah ola hayrola” der.

Şafak yaklaşırken daha çivi sayısı yüzlerde iken saraydan bir adamın koşarak geldiği görülür. Yakınları ağlamayı ağıtlara çevirip feryatlarını tüm şehirden duyulacak kadar arttırırlar. Demirci tüm geceki sakin tavrı ile “durun kendinizi perişan etmeyin, sakin olun; sabahın da sahibi vardır” der.

Kapıya ulaşan saraydan gelen adam “DEMİRCİ, NE KADAR ÇİVİ YAPTIYSAN HEMEN VER. KRAL ÖLDÜ TABUTUNA ÇAKACAĞIZ” der.

Evet kula kulluk yapanlar, yarın endişesine kapılıp makam sahiplerinin önünde bin takla atanlar…biliniz ki, zulüm üç çeşittir:

Allah'ın affetmeyeceği zulüm, Allah'ın affedeceği zulüm ve Allah'ın hesapsız bırakmayacağı zulüm..

Allah'ın affetmeyeceği zulüm, Allah'a şirk koşmaktır. Allah'ın affedeceği zulüm, insanın kendisiyle Allah arasında olan bir şeyde zulüm etmesidir. Allah'ın hesapsız bırakmayacağı zulüm ise yarattıklarına yapılan zulümdür.”

Bundan olsa gerek ki bir çalının dahi kendisine sığınan kuşu itmesine müsaade etmeyen ilahi adalet bazen o kuş yuvasına varsın diye fırtınalar çıkarır da biz duvardan ötesini görmekten aciz, tek bir hareketimizin karanlığa mahkûm bıraktığı gözlerimizle olan bitenin farkına dahi varamayız, zulümde hak aramak ya da haksızlığa uğradığını hissettiği anda öfke ve hırsla kirlenen akıl; hakkaniyet, merhamet terazisinden uzaklaştığı anda intikam duygusunun toprağında yeşeren o necis duyguyla tüm bedeni zehirli bir sarmaşık gibi ele geçiriyor ve aslında mazlum olan kişi bu necasetle zalim konumuna geçiyor.

Bu tespitlerden yola çıkarak diyebiliriz ki aslında hak, hukuk ve adalet gibi kavramlar tarifini kafamıza, keyfimize, menfaatimize göre değiştirebileceğimiz; yoğurarak istediğimiz şekli verebileceğimiz, su katarak istediğimiz kıvama getirebileceğimiz, kendimize doğru yontabileceğimiz şeyler değil.

Geliyor gelmekte olan..

Sevgiyle Kalın..